O brownie’yi yemeli mi, yememeli mi: Diyeti sürdürmek için kendinizi nasıl motive edebilirsiniz?

Bilenler bilir kişisel gelişime kendimi bildim bileli ilgi duyarım. Başta kendi gelişim ve dönüşümüm ve sonrasında etrafımda bana ihtiyaç duyan herkese faydalı olma dürtüm ile elimden geldiğince destek olabilmek de bir diğer hayat değerimdir. Tüm bu değerlerimi bir araya getirdiğim bir anda başlamaya karar verdiğim bir süreç olan koçluk yolculuğuma çıkmadan hemen önce, hayatımla ilgili bir diğer değişim sürecine de fiziğimde iyileşmeye gitmeye karar vererek başlamıştım.

Öyle ya tek gelişim ruhsal dünyamda değil, bütünsel olmalı ve fiziksel de adımlar atmalıydım. Peki kolay bir karar mıydı? Elbette değildi. Sağlam irade, hedefe ulaşmaya adanmış bir yapı da gerekliydi benim için. 74,5 kg’lık, mutsuz bir bedene hapsolmuş bir kadın, kendine bir çıkış yolu aramaktaydı. Yemek ile olan duygusal bağım yerine bir başka anlam bulmalıydım.

Fark ettim ki mutsuz oldukça yiyor, hayatın bana vermediklerini elimdeki dondurma kabında arıyordum. Tipik Amerikan filmlerinde depresyona girmiş kadın figürü olmamın sonucunu, Bodrum’da çekildiğim fotoğraflara bakınca fark ettim.

O kadın kimdi? Bir anda aydınlanma gelmişti. Öncelikle, “zayıf kadın güzeldir” ezberi için değil, tamamen sağlığımı kaybetmekten korktuğum için zayıflama kararı aldım. Elbette fiziki kaygım da oluşmaya başlamıştı, ancak sağlığımı kaybetme korkum kesinlikle daha ön plandaydı.

Ve elbette bir diğer durum da, yemekler sadece geçici dostlardı, sağlıklı, dinç bir vücut aslolandı. Neyse ki fark etmiştim! Artık değişim zamanı gelmişti. Hemen kolları sıvadım ve profesyonel destek aldım. Diyetisyenimin kapısından elimle liste ile çıktığım gün kafamdaki tüm yeme algıları değişmişti.

Ve 3 ayın sonunda 17 kg vererek hedeflenen noktaya gelmiş, başarmıştım.

Peki bu yol kolay mıydı? Elbette değildi…

Pek çok alışkanlığa elveda demek, hiç tanışılmayan sebzelerle tanışmak kolay değildi. Ancak, bu süreci atlatalı 2 yıl olmasına rağmen hala değiştirdiğim ve kendime göre oluşturduğum yeni beslenme alışkanlığımla mutlu bir hayat sürmekteyim.

Şimdi yeni yıla girerken, eminim pek çoğumuzun 2020 hedefler listesinde olacak olan “zayıflama” başlığına yardımcı olması adına birazcık kendi yaşadıklarımdan hareketle minik notlar hazırladım… Göz atalım mı?

Diyete başlamaya nasıl karar veririz?

Bununla ilgili pek çok alt başlık sayabiliriz… Mesela, kimimizi yazın bikiniden taşan kocaman göbeğimiz tetiklerken, kimimizi doğum sonrası veremediğimiz fazlalıklar, kimimizi içine giremediğimiz bir zamanlar aldığımız ve çok sevdiğimiz elbisemiz dehşete düşürür…

Sonra hemen ilk pazartesi kararlar alınır, kimimiz internette gördüğümüz şok diyetlere sarılır, kimimiz ekmeği keser, kimimiz sabah akşam salata yer…

Daha kararlılarımız ise bu sorunu kalıcı çözmek için diyetisyene gideriz… Peki hepimizin ortak amacı nedir bu konuda? Zayıflamak, sağlıklı yaşamaya çalışmak, daha fit bir görünüm, istenen elbiselere girebilmek…

Hadi şimdi hep beraber düşünelim… En uzun diyetimiz ne kadar sürdü? Sonuçları neler oldu? Yaptığımız hangi uygulama ile daha kalıcı veya hızlı sonuçlar aldık? Aslında burada soruları artırabiliriz. Eminim hepinizin en az bir kez diyet girişimi olmuştur.
Peki… Ne oldu? Ne oldu da Pazartesi büyük kararlılıkla başladığımız diyet serüveni hızla son buldu?

Diyette motivasyonumuz neden bozulur?

  • Bir kez liste dışına çıkınca nasılsa bozdum diyerek yemeye devam etmek: Hepimizin sıklıkla düştüğü bir yanılgı olduğunu düşünmekteyim. Evet, listenin dışına çıkmak, “irade kaybım var, ben yapamıyorum” duygusunu getirebilir ancak büyük bir tuzaktır. Bunun yerine hemen nasıl dengelerim diye sormak ve hızlı harekete geçmek kaybettiğimiz irademizi bulmamızı sağlayacaktır.
  • Çevre faktörü: Sanırım hemen hemen hepimiz bu süreçte, “aman ne gerek var diyete, nasılsa yeniden alacaksın?” diyen motivasyon sömürücülere denk gelmişizdir. Ben de çok duydum.
    Ben neler duydum derseniz, işte bazıları:
    “Ben de yaptım ama bırakır bırakmaz misli ile geri aldım.” 
    Kilo verdiğini duyunca, “Ödemdir o!”
    “Sana kilo yakışıyor canım.”
    “Ölümlü dünya, ye gitsin…”
    Örnekleri artırabiliriz. Ama sanırım bizim örnekleri artırmaya değil, bu zararlılarla nasıl mücadele edeceğimizi duymaya ihtiyacımız var.

“Ödemdir o!” Ben de diyet yaptığım süreçte en çok bunu duydum… Tam şu kadar kilo verdim diye sevincimi paylaştığım dönemde resmen sevincimin kursağımda kalmasına sebep oldular. Peki ne yaptım?

Listeme daha sıkı sarıldım. Bunun öncelikle geçici bir diyet olmadığını, tam tersi doğru beslenmeyi öğrenme süreci olduğunu kendime hatırlattım. Kolay oldu mu? Hiç değil. Zaten bizlerin bu motivasyonunu emen zararlıların da hazmedemediği şey de biraz bu oluyor sanırım: Başarı!

“Ölümlü dünya ye gitsin…” Bu mantık nerede uygulanırsa uygulansın mutlak olarak pes etmeye meylettirir insanı. Ya yarın ölürsem, o brownie’yi yememiş olacağım! Peki bu cümleyi şöyle okusak? Evet, ölümlü dünya. Canım şu anda o brownie’yi yemek istiyorsa yerim ve kaldığım yerden devam ederim. Hayat minik kaçamakları yok sayacak kadar uzun değil… Bu da bir bakış açısı olamaz mı?

Osho şöyle demiş: “Gerçek soru öldükten sonra yaşam var mı yok mu değil, ölümden önce sen yaşıyor musundur?”

Peki bizler neler yapıyoruz? Yaşıyor muyuz? Peki nasıl bir yaşam bu? Hadi kulaklarımızı tıkayalım ve kendimize sağlıklı yaşam için bir söz verelim. İçinizden “kolaydı o” dediğinizi duyar gibiyim… Kolay değil, ama imkansız da değil.

Mesela, “Diyetteyim” yerine “sağlıklı besleniyorum” diyebiliriz. Hedeflerimizi sadece tartıdaki rakama odaklı belirlemeyebiliriz. Kendimize küçük ödüller koyabiliriz. Okuduğum kimi yazılarda yiyecek ödülü olmasın bu ödüller diyorlar… Katılıyorum ben de, ama zaman zaman girdiğimiz tatlı krizlerinden kolay çıkabilmek için minicik bir kaçamağı da kendimize çok görmememiz gerektiğini düşünmekteyim. Fakat ölçüsünde elbette. Hayatta her şeyde olduğu gibi!

Galiba en etkili yöntem bu yolculukta kendinize olan inancınız. Eminim zaman zaman yılacaksınız, isteğiniz bitecek. Mühim olan bu yolculuğu keyifli hale getirerek sürecin keyfine varmak. O zaman gerisi kendiliğinden gelir. Hayat da böyle değil mi? Her zaman bir mücadele ve pes etme ikilemi ile geçmiyor mu?

Peki siz hangisini seçiyorsunuz? Keyifli bir mücadele ile en iyi versiyonunuza ulaşmak mı yoksa pes edip o browniyi yemek mi? Bence her ikisi ile de güzel yolculuğumuza devam edebiliriz.

Yepyeni bir yıl gelirken, bir de bu pencereden bakalım istedim.

İlginizi çekebilir: En kıymetli misafirinize iyi bakın: Kendini sevmek

Pınar Tümkaya
Selamlar, ben Pınar Tümkaya. 1984 senesinde sevimli bir Akdeniz kenti olan İskenderun’da doğdum. Çukurova Üniversitesi İktisat Bölümünden 2007 senesinde mezun olmadan hemen önce hep ... Devam