Modern zamanda çizgi dışı ilişkilerimiz: Aşkın şimdiki hali

İlişkiler konusunda yorum yapmak oldukça zordur ve genelde ben dosdoğru ne hissediyorsam açıkça söylediğim için genel olarak fikir soranı “iyi” hissettirmek yerine, içimden gerçekten ne geliyorsa açıkça söyleyen taraf olurum… Bunun doğru olduğuna da sonuna kadar inanırım, karşı taraftan da aynı dürüstlüğü ve bazen “acımasızlığı” beklerim. Bu yüzden ilişkiler hakkında “yorum” içeren yazılar yazmaktan kaçınıyorum, daha çok “yaşayıp da” sonunu gördüğüm, kendimce yapamadıklarım, hata diye bildiklerim, yine benim yaşadıklarım üzerinden paylaşımlar yapmayı tercih ediyorum. Diğerlerini “gerçekten” yaşayan ben olmadığım, bunlar benim birincil tercihlerim olmadığı ve daha da önemlisi “bizleri o noktaya” getiren tercihleri tam olarak bilemeyeceğim için yazmıyorum.

Fakat geçtiğimiz hafta sonundan bu yana birçok kez, birçok farklı kişiden ‘bu konuyu yazar mısın’ şeklinde yorumlar aldım. ‘Pınar bu konuyu yazar mısın, bu ilişkiyi anlatır mısın, bunlar ne yapıyor, nasıl tercihler yapıyorlar, nasıl sorumluluklar alıyorlar? Ben A kişisine akıl veriyorum, gidip B kişisine söylüyor ve B kişisi gelip bana kızıyor sen neden ilişkimize karışıyorsun’ diye… Bunu yaşayan ben değilim fakat örneklerden sadece bir tanesi; işte ilişkilerimizdeki mükemmel 3. şahıs etkisi, geri getiremediklerimiz, bir kere ağızdan çıkanlarımız, içimizi kavurup da itiraf edemediklerimiz, belki şu an benim olduğum gibi yıllar sonra yeniden aşık oldum galiba deyip yataklara düştüğümüz…

Modern zaman ilişkilerinde 3. kişi

Evet bu yazımda gelin hep birlikte bu modern zamanlarımızda ilişkilerimizi inceleyelim; tamam sizler için biraz yorum da yapacağım, biraz kendi kendimi de eleştireceğim, bu benim için hayatta çözülmesi imkansız olan “ilişkiler” ve en önemlisi ilişkilerde “iletişebilmek” üzerine dertleşelim… Nedir bakacağımız resim, şimdi bir örnek üzerinde gidelim. Evet sıkça duyuyoruz, ‘evli bir adamım veya kadınım, ilişkim bitmek üzere’ veya bitmeden ‘bence bitmiş durumda’ gibi şeyleri. Bu noktada benimle olmayı tercih eden bir adam veya kadın gerekiyor bize, bir de geride benimle “evli” olduğunu düşünen 3. kişi… Yine 3 kişilik bir sürece girdik bile. Ben bu akışı “şahsen” eleştirmiyorum. Bu sadece hayatımızda karşılaşabileceğimiz oldukça doğal olan durumlardan bir tanesi, sonuçta “aşk olmayı”, aşık olmayı seçemiyoruz, bir tek orada bildiğimiz oyun kuralları işlemiyor. Bir zaman çizelgesine oturtamıyoruz; o yüzden bu durum da modern zamanların bir karşılaşması, sadece hepimiz için oldukça önemli bir gereklilik burada karşımıza gelip dikiliyor; kimin ilişkisini yaşıyoruz?

Şimdi erkeğimizi ele alalım, halen devam eden bir evliliğimiz var, bir yanda da geride bıraktığımız bir kadın var, belki çocuklarımız var, geride bırakmaya cesaret edemiyoruz. Peki tüm bunlara rağmen yeni bir aşk yaşamaya hazır mıyız? Şimdi bu yazıyı okuyan tam olarak soruya cevap vermeye hazır beyler olabilir, ‘Pınar bu senin anlattığın kadar kolay değil’ diyebilirler, sonuçta geride yaşanmış onca yıl var, çocuklar var, bir paylaşılmışlık var. Evet, ben eskiyi yıkamıyorum ama hakkım değil mi yeni olana adım atmak? Yepyeni olanı kalbimin beni götürdüğü yeri takip etmek, hem aşk sonsuza kadar sürer mi, bir aşkın bitmesi mümkün değil mi? Biten bir aşk var ise yeni bir aşk istemek kusur mudur?

Peki unutulan aşkımıza dönelim, çocuklar, hatıralar, geçen yıllar, “gençliğimi” verdiğim yıllar diyeceksiniz. Bu adam beni bırakıp da gidemez, kabulümüz müdür diğer kadın, şimdi bu soruya cevap vermeye hazır sizler varsınız biliyorum, Pınar ‘bu senin sandığın kadar kolay değil’. ‘Sen çektin gittin, çocukların yoktu ortada, işin vardı, hayatın vardı, arkadaşların vardı, gençliğin vardı, katlanmadın, beklemedin, ne olursa olsun geriye dönmedin. Ama ben öyle değilim, ben bu adamı sevdim diyeceksiniz, sevmek biter mi, aşk hiç biter mi diyeceksiniz, azalır da, dönüşür de, evrilir de ve hatta “devrilir de” yine de biter mi?’

Gelelim o diğer kadın olanlara (ki bu örnek sadece bir erkek ile başladığımız için bu şekilde ilerledi eğer bir kadının yaşadıklarını inceliyor olsak diğer adam diyecektik yani burada her iki cinsiyet için yani sokakta yürüyen herhangi birimiz için düşünebiliriz); toplum böyle nitelendirmektedir değil mi “diğer” kadın… Yeni olmak kolay mı zannediyorsun diyecektir şimdi bu yazımı okuyan çoğu sizler, ‘Pınar sen bilebilir misin o diğer olmanın zorluklarını, her an başka bir olasılığın orada olmasını, yanındaki kişinin zincirlerle bağlanmış gibi her an gidebilmesini, “senden” sonrası olduğu gibi senden “öncesinde” hiç silinemeyecek bir tanımı olduğunu, bunun sen ne yaparsan yap değişmeyeceğini’… ‘Sen de tanıştın’ diyeceksiniz ‘o diğer kadınla hem de öyle bir tanıştın ki sonraki 3 yılını ruh gibi geçirdin, uyku nedir bilmeden, gülmek nedir hatırlamadan, şimdi daha iyi görmektesin bir sen değilsin üzülen, senin kadar diğer de üzülmektedir, peki aşk nerededir’ diyeceksiniz değil mi? ‘Biz de sorduk diyeceksiniz, diğer olunca aşk seninkinden değersiz midir, sonradan kalbe düştüğü için “yaradılmışlardan” farklı mı olması gerekir, senin o mükemmel öğretilmiş yargıların “benim aşkım temiz seninki kirli” diye nitelendirmeye yeter mi sanıyorsun, o senin “temiz” olan aşkın sonsuza kadar sürer mi?’

İşte modern zamanlar bizleri ilişkilerimizde öyle örneklerle karşılaştırmaktadır ki, bazen terazinin bir kefesine koyarız ağır basamaz, diğerine koysak terazimiz kaldırmaz… Bazen durumlar öyle bir gelişir ki biz anlamayız, veya örneğin bir yargıda bulunmuşuzdur bu asıl şey bu nasıl ilişki deriz “ne kadar ayıp” vardır bir de onu da oldukça sık kullanırız (itiraf edelim), sonra bir bakarız, aynı “aşk” hikayesine kapılıvermişizdir. O bizim “ayıplarımız” o muhteşem kurallarımız, bir diğerinin “nasıl yaptı hayret (!)” dediğimiz her şey bizim aşk sınırlarımızda beliriverir…

Bu yüzdendir ki bu yazı sadece bir örnektir. Bizler modern zamanlarda oldukça zorlu bir şeyleri başarmaya çalışıyoruz. Bir kere “kendimiz” kalabilmek ve ilişkilerimizde de bu “ben” olmayı koruyabilmek oldukça zorludur, ki samimiyetle örnek vereyim, bir kez başından bir evlilik geçirmiş ertesinde boşanmış, ilişki kavramına yeniden “anlayışını” bile açabilmesi epey zaman almış ben, yeniden nişanlanmış olmama rağmen bir evliliği “kabul etmeme” noktasına gelmişsem; toplumda birçok başka kişinin “delirdin mi” yorumu ile karşılaşabiliyor… Oysa ki “evet” dediğimde kendim olamadığım bir evet demektense koskoca “evlilik” teklifine nasıl “evet” denemez oluyor; neden diye soracaksınız, aşk sorgulanmıyor o yüzden…

Geçmişten günümüze değişen aşk tanımı

Modern zamanımızın en önemli noktası da bu. ‘Aşk nedir’ diyeceksiniz, benim tanımlarım genelde çokça can yakıyor ama maden yazımıza “samimiyetle” başladık sonuna kadar gidelim diyorum o zaman. Hani bir şeyin küçüğü vardır ben genelde gözlemlerimde kullanırım, “orman” vardır bir de “ormancık” vardır nispeten daha küçük bir ağaç topluluğu diyebiliriz buna. Veya şöyle örnek verebilirim; “aşk” vardır bir de “aşkcık”…

Peki modern zamanımızın o büyük aşkları nerededir, eğer o aşk sabah gecenin karanlığı daha bitmeden uyandırmıyorsa, gece uyutmuyorsa, öyle konuşmadan bile anlaşılmıyorsa, havada kıvılcımlar çaktırmıyorsa, hayatında o güne kadar görüp görebileceğin “her şeyden” farklı değilse, bugün “ölmeye hazırım” dedirtmiyorsa, “delirdim mi ne yapıyorum ben” diye düşündürmüyorsa ve en önemlisi “bugüne kadar ne yaşadımsa”, neyi “aşk sandımsa” her şeyi yerle bir etti dedirtmiyorsa “aşkcık” oluyor… Biz aşk sandığımız her şeyle öyle ya da böyle muhteşem modern zaman ilişkilerimize devam ediyoruz; kalbimiz atıyor ya bu bize yetiyor…

Bu yüzden bana da çokça sorulan ilişkilerimizde ne istediğimiz ve hayatımızda tezahür eden tüm sevgi halleri ne istediğimize dayanmaktadır. Neyin sorumluluğunu aldığımız ne ile karşılaşmayı beklediğimizdir. Bazılarımız henüz bitmeyen bir evliliğimiz olmasına karşın yeni bir heyecan ararız, bazılarımız bitmiş ilişkinin üzerine “ben bundan sonra sadece kalp kıracağım” deriz, kimimiz ‘bana yaşattıklarının hesabını verecek’ der, yaşadıklarımızın öcünü almak üzere planlar kurarız. Bazılarımız ben artık o davayı bitirdim der (de o dediğimiz öyle olmaz) veya birkaçımız benim gibi “sadece gördüğüm” anda “bileceğim”, o andan sonra bir daha aynı ben olamayacağım, dünya üzerindeki “varlığı” ile beni darmaduman edecek “gerçeküstü” aşkı bekleriz – ki bunun dışında hiçbir teklifi de durumu da olasılığı da kabul etmeyiz – bunun bilgeliği ise etrafta var olan o “modern” ilişkilerin muhteşemliği yanında kalbimizin en derinlerinde kendinden son derece “emin” ve “anlaşılması sadece ben” ile mümkün bir mutluluk yayar…

Bu yazıma eşlik eden sevgili sen, hiçbir ilişki, hiçbir duygu, hiçbir tercih senin “sen” olabilmenden, “sen gibi” hissetmenden daha kıymetli değildir. Herhangi bir yargı, herhangi bir kural veya o zamana kadar yaşanmış olanlara “uygun” olmama hali bunu değiştiremez… Bu yüzden her ilişkimiz bir okuldur, bir maceradır, bir oyundur, engin denizlerde cesurca yol almaktır; ki bizler yeter ki ayrıldığımız limanda o “ilk” anda yanımıza aldığımız muhteşem kalbimizi yani “kendimiz olma” halimizi unutmayalım…

Siz yine “aşk” dendiğinde kimselere aldırmayın, sadece modern zamanlardan “pek anlamayan” kalp sesinizi dinleyin, en güzel “aşkların” her an “şimdiki haliniz” olmak üzere sizi bulabilmesi dileklerimle…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam