Kusurlu olmanın güzelliği: Kintsukuroi

Kırılan şeyler bir araya getirilebilir ve yeni hali eskisinden çok daha güzel olabilir.

Buna kalpler de dahil.

Kintsukuroi, bir Japon sanatı. Bundan yaklaşık 400 yıl kadar önce doğmuş. Kırılan porselen veya seramikleri kimi zaman altın, kimi zaman gümüş veya platin boyalarla birleştirip eşyaya yeni bir form, yeni bir görünüş kazandırma sanatı. Kırığı, çatlağı saklamamak, yok etmeye çalışmamak işin özü. Aksine çatlak boya ile belirgin hale getirilen, başka hiç kimsede bulunmayan bir parçaya sahip oluyorsun ve kırılmış bir kasenin eskisinden çok daha değerli olduğunu görüyorsun. Japonya’da o kadar önemsenen bir sanat ki bu, özel kintsukuroi setleri satılıyor ve bu setlerin bedeli çoğunlukla kırılan eşyaların bedelinden daha fazla oluyor.

Yeryüzünde bir şeylere üzülmemiş, kalbi kırılmamış insan yok. Her kalp kırıklığında bir daha sevmeyeceğimizi sanırız. Sevdiğimiz bir insanı kaybederiz, bir daha gülmeyeceğimizi, mutlu olmayacağımızı sanırız. Biri bize beklemediğimiz bir şey yapar, bir daha kimseye güvenemeyeceğiz sanırız. Hoş olmayan şeyler yaşadığımız insanlarla bir daha eskisi gibi olmayız sanırız. Hepsi olur. Yeniden ve yeniden. Neyse ki unutmak gibi şahane güzel bir huyumuz var ve her seferinde  her duyguyu ilk kez yaşarmışçasına hisseden kalplerimiz.

Kintsukuroi felsefesine baktığımızda görüyoruz ki çatlak ve kırıklar objenin düşmesi veya kırılması sonucu başına gelen olumsuz bir durum değil, nesnenin güzelliğini daha fazla ortaya çıkarmak için başına gelen çok nadide bir durum. Aksi takdirde 20 dolara aldığın porselen bardağı tamir etmek için neden 100 dolar harcayasın?

Terk edilme, reddedilme, başarısızlık, kaybetme…vb korkularımız var. Karşısında da bizi bu duygulardan alıkoyacağını düşündüğümüz koruma mekanizmalarımız, kimimiz insan içine az çıkıyoruz, kimimiz yakın ilişki kurmakta bilerek beceri geliştirmiyoruz, kimimiz yalnız kalmamak için olur olmaz her kişiye sarılma ihtiyacında. Kırılmamak en mühim mesele. Kırılmamak için, kusurlu görünmemek için, kendi kendimizi bir türlü yeterince iyi bulmadığımızdan, başkaları bizim bu kusurlu halimizi fark etmesin diye, mükemmel insan varmış gibi, o kusurları, kırgınlıkları ortaya çıkarmak, paylaşmak yerine habire sahte maskeler takarak daha güzel, daha sevecen, daha güçlü, kusurlarıyla kendini kabul etmiş olmanın verdiği mutluluktan mahrum bırakarak yaşamaya devam ediyoruz. O yüzden de aman biri yanlışlıkla çarpmasın diye kendimizi her seferinde biraz daha arka sıralara atıyoruz, düşmemek için. Kırılmamak için. Tamir etmenin güzelliğini bilmediğimiz için.

Şunu da söylemem lazım, “acı çeken insanlar iyi insanlardır, ancak acı çekmiş  insan diğerlerinin kıymetini bilir, acı güzeldir” gibi acıya olduğundan çok daha ulvi anlamlar yükleyen biri değilim. İnsanların mutlaka aşırı üzücü şeyler yaşaması gerektiğini de düşünmüyorum başkalarını anlamaları için. Hele benzer şeyler yaşamaları gerektiğini hiç düşünmüyorum. Başından sona trajik hayat yaşayıp zerre ders almamışlar da var, her seferinde aynı inanç sistemiyle hareket edip defalarca aynı sonuca ulaşan,  acının altında ezilip kurban rolünden bile isteye çıkmayanlar da. Bu bir seçim nihayetinde. Acı seni değiştirebilir, doğru. Ancak değişimi seçersen. Acının, kırgınlığın dönüşüm gücünden faydalanmayı bilirsen. Mesele çatlakların renk renk olduğunu fark edebilmekte. Eğer istersek tüm o kırıl, topla, birleştir, yapıştır ve renklendir kısmının ne kadar keyifli, eğlenceli olduğunu fark edebiliriz. Hatta bir adım öteye giderek “ya bu iyi ki başıma geldi, şu bana iyi ki böyle yapmış, sayesinde şunları şunları öğrendim, çok iyi oldu bunun böyle olması yoksa şunu şunu şunu öğrenemezdim” dediğimiz nokta, hakkında yüzlerce sayfa yazılmış secret kitaplarının özeti. Bakış açımıza göre hoş olmayan bir şeyle ilgili iyi hissetmek. Anlatırken ne kadar kolay, deneyimlerken yılları alan, uzun upuzun bir değişim süreci.

Tecrübelerimiz bizleri tanımlamaz, kendimize yaşadığımız olaylar sonucu olur olmaz sıfatlar takmanın pek bir yararı yok. Onlardan etkilendiğimiz doğru, onları ya kucaklarız ya inkar eder saklanırız. Ya tamir ederiz, daha iyi potansiyelimize kavuşuruz, ya da her tarafımız kırıla döküle, geçtiğimiz her yerde bir parça bırakarak kendimizi kaybederiz.

Şimdi, kırgınlıklarını boyayıp “vaay harika bir insanım, ne güzel oldu, öğrendim, bir sürü güzel şey deneyimliyorum’’ mu demek istersin, kırılan seni dolabın en kuytu köşesine koyup, onunla ne yapacağını bilmeyen halinle hayatını üstünkörü yaşamak mı?

İlginizi çekebilir: Geçmişi affedin, olumsuz duyguları serbest bırakın

Yazarın diğer yazıları için tıklayın.

Sıla Karadoğan
İngiliz Dili Edebiyatı eğitimli, Mutfak Sanatları Akademisi programı sonrası kendi pastanesini açan bir pasta şefi, rafine şekerle vedalaşıp yalnızca kendi sevdiği şeyleri pişiren, okuyan, ... Devam