Küçük şeyler üzerine: Büyük dalgalar peşinde mi yoksa bir gülümsemenin etkisinde misiniz?

Bazen en büyük travmalar, en büyük yaralarımız küçücük, gözümüzün önünden alelade geçen olaylardan sebep oluyor. 
Bazen, o en sıradan gelen an, fark etmezsek hayatımızı sonuna kadar değiştiriyor. Hem de sinsice, usul usul…

Bu yüzden büyük, majör olaylarla ilgilenmem. Onlar zihnimizin sebep bulduğu sonsuza geviş getiren anıları olur genelde. Tutunduğumuz, bizi hayatta tutan bazen, sığındığımız, kendimize sebep bulduğumuz, haklı hissettiren… ve evet belki de kesinlikle haklı olduğumuz…
Ama sessiz sessiz geçip gidenler..
Onlar ciğerimizi usul usul eritirler ve nedenini bilmediğimiz bir şekilde günden güne nefessiz kalırız. Ruhumuz erir. 

Birilerinin sessizce gidişi, kendimizin kendi elimizi sessizce bırakışı gibi. Bir anlık hani, yüreğimize kağıt kesiği gibi incecik görünmez çizikler atanlar. 

Herkesin her gün yaşayabileceği türden, her kadının, her erkeğin, her insanın öyle alelade bir gününün içinde olup bitenler ve biz artık o kadar derin nefes alamayız bir daha, kendimiz bile fark etmeden yaralanırız. 

O majör olayları sayıklamayı bıraktığında, hani o canını, yüreğini sökmüş, içini alev alev öfkeye boğmuş olanı bıraktığında, azıcık susturduğunda yani sayıklamalarını arkada sessizce ilerleyenler görünür olurlar. 
Sessiz adımlarla karıncalar gibi art arda eklenip yürürlerken görüverirsin ip gibi uzayışlarını. 
Belki anlam veremezsin ilk bakışta, ama yaklaştıkça, izledikçe toplaşmış olan tüm o karıncaların “büyük” dediğinden çok daha fazla yara izi bıraktığını görürsün. 

Küçük umutlarının teker teker ilk rüzgarda sönüşleri, günlük çabalarının biraz biraz boşa çıkışları, sevdiğinin gözünde yükselen donuk duvarlar, sözlerinin boşlukta eriyip gidişleri “büyük” olaylardan daha yakıcı olurlar. Kum taneleri gibi avuçlarından akanlardır çünkü onlar. Ellerin tutmaya büyük gelir, küçük avcılıklar ise ustalık gerektirir.

 

Hep büyük hedefler, yetmeyen başarılar, büyük lokmalar peşinde koşan akıl bu ufak taneleri değersiz gördüğünden, yavaş yavaş kendimizi daha doğrusu yaşamımızın bileşenlerini değersiz görmeye başlarız. 
“Ne yaptık ki?”
“Ne yaşadık ki?”

Her gün, her an çok şeyler yaşıyoruz. Birçok duygu geçiyor üzerimizden, içimizden. Binlerce düşünce, yüzlerce hal…
Hepsi de varoluşun kıymetleri. 
Huzurumuz, kendimize verdiğimiz değer, mutluluklarımız orada olduğu gibi, canımızı yakanlar da orada.

Küçük şeylerden mutlu olmayı bilmek üzerine çabamız var da, küçük şeylerden yaralanmak gibi bir lüksümüz yok. Ne büyük ironidir!

Küçük şeylerden yaralanırsak kırılgan, mutlu olursak tevazu sahibi oluruz çünkü. 
Ve tevazu için, küçüklerimizi ayrıştırırız. Belki de bu yüzden, kendimizden uzaklaşırız. 
Oysa erdem, o küçüklerin hepsini göğsünde taşımak ile ilgili değil midir?

Küçük şeylerden çok kırıldım. 
Küçük şeylerden kırıldığım için, küçük şeylerden mutlu oldum. 
Küçük şeyleri biriktirdiğim için yaşamın tadını buldum. 
Ve o küçük şeyler, toplanınca koca bir hayat etti. 
Diyebilir miyiz bir gün?

Küçük şeylere verdiğimiz dikkat bizi inceltir, süptil bir hale getirir. Zarafet de, naiflik de, özen de burada açmaz mı çiçeklerini?
Aşk burada filizlenmez mi?

Açılmayan telefonlar, özensizce dinlenen dertler, unutulan selamlar, özürsüz geçilen sözler, karşılıksız kalan gülümsemeler kalbimizi günden güne, lokma lokma katılaştırdı ve kırdı. 

Bunları kabul edebildiğimiz yerde, tanımadığımız birinin utangaç gülümsemesi, bilmediğiniz birinden gelen tatlı bir mesaj, sevdiğinizin gerçek bir “nasılsın” sorusu bizi çok mutlu etti. 
Hayat buralarda bir yerlerde akıyor. 
Siz nerelerdesiniz? Büyük dalgalar peşinde mi yoksa bir gülümsemenin etkisinde mi?

İlginizi çekebilir: “Bütün” olmaya zihinsel olarak hazır mıyız?

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam