Komşu adalardan sessiz, sakin, zamansız olan Meis’e küçük bir ziyaret

Bu yazıda ada hallerindeyiz yine. Yolculuk bu kez Yunan adalarına. Bize biraz o havalar, o kanlar lazım. Rotamız Kaş’a yalnızca 20 dakika. Anladınız mı şimdi hangi ada olduğunu? Evet, Meis’deyiz bu hafta… İstanbul’u sonbahar vurmuş olabilir ama buralarda mevsim hala yaz. Meis, adalıların deyişiyle Megisti ama ben Meis demeyi seviyorum ve tercih ediyorum.

Bu adaya yolunuzun düşmesi için Kaş’a gelmeniz yeterli. “Canım Kaş dururken Meis neymiş?” diyenler olacaktır. Cevap hakkımı kullanıyorum; bu ada en az bir kez görülmeli. Ancak bir kez görmek yeterli mi değil mi göreceli olabilir. Bazı yerlere defalarca gitmeyi severim, burası benim için o yerlerden biri değil sanırım. Nazicane. Ama görülmeyi hakediyor mu hakediyor. Listeye ekleyin derim.

Adaya alıcı gözle bakabilmeyi başardığım anda ilk olarak evlere bayıldım. U şeklindeki ada, su kenarlarında toplanan rengarenk evlerden oluşuyor.

Meis’e Kaş marinadan kalkan günübirlik teknelerle geçilir. Hatta burada bir güzellik de geldi başımıza; 10-16 saatleri arası süreceği söylenen gezi, gece 23’e kadar uzatıldı. Bu bir şans değil midir sizce de?

Sabah 10 gece 11 saat aralığı bu ada için yeterli bir zaman dilimi. Tamam biraz eşya yükünüz oluyor, malum hem deniz hem akşam yemeği zamanı adada geçecek… Ama değiyor. Biraz göçebelik de iyi geliyor insana hem. Ne kadar az kıyafetle gün geçirilebildiğine hayret ediyor insan burada. Bizler her an süslü olmayı seviyoruz da bu durum bazen yorucu olabiliyor. İşte bu adada süsü püsü boş veriyor insan. İyi mi kötü mü bilemem ama bu hallere de fena alışılabilirmiş aslında… Boşuna “az eşya az insan” demiyorlar galiba.

Adaya ayak basacağız ama bu sırada ben pasaport kontrolünde takılıyorum. Nedeni ise siyasi protokoller. Neyse ki sorun uzamadı da geçmeme izin verildi. Maalesef kendi aralarındaki diplomatik şeyleri yazıma yansıtmayacağım ama benden aldıkları 20 dakika için hala “teşekkür” saydırıyorum! Geçelim seyahatin keyifli anlarına…

Adaya alıcı gözle bakabilmeyi başardığım anda ilk olarak evlere bayıldım. U şeklindeki ada, su kenarlarında toplanan rengarenk evlerden oluşuyor. Tabi bir de şu meşhur otel Mediterraneo var… Nasıl güzel havası ve konumu… 90’lı yıllarda çekilen aynı isimli filmden geliyormuş ismi. Ben filmi izlemedim ama orada bahsi geçen bu klasikleşmiş söz bile yeterli izlemem için:

“Yaşam yeterli değil. bir tek yaşam yeterli değil benim için. yeterince gün yok yaşanacak… Yapılacak çok fazla şey ve bir sürü düşünce var. Her gün batımı bana hüzün getirir; çünkü bir gün daha geçip gitmiştir…”

Gün batımlarına aşık biri olarak aynı fikirdeyim. Bir güne bir gün batımı yetmiyor, hele ki mevsim yaz ise…

İlk işimiz önce Mavi Mağara’ya (Blue Cave), oradan da Saint George Beach’e gitmek oldu. Buraya ancak küçük motorlarla gidilebiliyor, karayla bağlantısı yok.

Adayı gezmeyi akşamüstüne bırakıyoruz. İlk işimiz önce Mavi Mağara’ya (Blue Cave), oradan da Saint George Beach’e gitmek oldu. Buraya ancak küçük motorlarla gidilebiliyor, karayla bağlantısı yok. Dönüşte de motorlar, anlaştığınız saatte adaya bırakıyorlar sizi. Güzel bir sistem ve sorunsuz işliyor. Mavi Mağara’ya erken gitmek gerekiyor, nedeni ise su yükseldiğinde mağaraya geçilen o dar aralığın kapanması. Biz erken saatlerde orada olduğumuzdan içinden geçtik ve suya girdik. Gerçekten mistik bir andı o an. Orada çok fazla oyalanmadık, zaten mağarada tek suya giren bendim. Sonrasında Saint George Plajı’na geçtik. Orası da çok yakındı mağaraya. Burada akşamüstü 5 gibi bizi almasını belirttiğimiz Kostas’a -motorun hem sahibi hem şoförü- güle güle dedik. Bu Saint Goerge Beach diye geçen yer Aya Yorgi Adası’nda kalıyor ve içinde küçük bir şapel de mevcut. Burada tüm öğleni ve öğleden sonrayı yüzerek ve yiyip içerek geçirdik biz. Eğer benim gibi kum seven biriyseniz, bizim kumsallarımızı ararsınız açıkçası. Zira ben deniz kenarında betonu hiç sevmiyorum. Ama iyi taraftan bakmayı adet edinen ben, yine olumlu yönleri sıraladım sizin için. Arada değişiklik iyidir, kalıcı olmadıkça!

Anlaşmalı olduğumuz motor söylenen zamanda gelip, bizi Meis’e bıraktı. Kaş’a dönüşe daha 4 saat vardı. Biz de adayı turladık biraz. Çok yukarılara tırmanmadan genel hatlarını gezdik adanın. Maalesef müzelerin kapandığı saatlere geldiğimizden yalnızca sokakları gezebildik. Bir yerde kahvemizi de içtik tabi, ihmal etmedik. Artık yavaş yavaş akşam olmaya başladığından karnımız acıkmaya başladı, hem mezeleriyle hem de leziz Uzo’su ile tam bir Yunan restoranına gittik. Fiyatlar uygun, mezeler lezizdi. Bir tek Rakı aradım ben, benim için “bizimki” her zaman daha güzel, kusura bakılmasın.

Artık yavaş yavaş akşam olduğundan, hem mezeleriyle hem de leziz Uzo’su ile tam bir Yunan restoranına gittik.

Dönüş vakti geldi. Ada zamansız ada, eskimiyor eskise de yenilenemiyor daha doğrusu. Eminim 5 sene sonra gitsem her şey aynı kalmış olacak. Ne güzel bıraktığım gibi bulacağımı bilmek sevdiğim yerleri… Şimdilerde ne insanlar ne de ülke aynı kalmıyor, hele bıraktığın gibi asla… Aslında yanılgı da burada. Biz  gelişme ile değişimi aynı şey sanıyoruz ama çok yanılıyoruz. Buradan özünü koruyanlara selam olsun. Aynı özde ve seyirdekilerin birbirine kavuşması dileğiyle…

 

İlginizi çekebilir: Seyahat uzmanlarına göre görülmesi gereken en güzel 18 Yunan adası

Yazarın diğer yazıları için tıklayın.

Pınar Cengizoğlu
Uplifers yolculuğuna pandemiden önce gezdiklerimi aktarmak icin başlamıştım. Daha sonra malum bu gezme süreci aksayınca izlediğim, okuduğum ya da gördüğüm bir şeyden etkilenerek bir ... Devam