Kitapları seven kız: Harper Lee ile gece kahvesi

Yıllar önce, yalnız yaşadığım dönemde, geceleri sık sık uyanır ve gargoyle‘ları düşünürdüm. Avrupa’daki tarihi binaların tepelerinde yer alan şu taştan canavar heykellerini…

Kanatlar ve dişler zihnimi meşgul ederken kendime kahve yapar ve mutfak masasına oturup, onların benim için ne anlama geldiğini bulmaya çalışırdım. Onları düşünmek beni kötülüklerden mi koruyacaktı? Yoksa kötü olan ben miydim? Peki ya benden başka onları düşünen var mıydı? Bu soruların cevabını bir türlü veremezdim ve kahve makinesi homurdanarak karşılık verirdi bana.

Bilmiyordum, belki de benim de içimde bir gargoyle yaşıyordu. Soğuk, gri, sivri dişli bir canavar. Bana durmaksızın nasıl yazmam, nasıl yaşamam, nasıl görünmem, nasıl yürümem ve nasıl konuşmam gerektiğini söylüyordu.

Bülbülü Öldürmek gibi sihirli bir şey yaratmak istiyordum daima. Harper Lee’nin romanı beni büyülüyor, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna inanmamı sağlıyordu. Hayatım boyunca bunu istemiştim aslında, Bülbülü Öldürmek’i yazmayı yani. Ama ne kadar çabalarsam çabalayayım, durmaksızın hayal kırıklığına uğratıyordum kendimi. Yazdığım hiçbir şeyi beğenmiyordum, tıpkı şu hayatta yaptığım hiçbir şeyi beğenmediğim gibi. İyi ama bu neden böyleydi?

Tutamayacağım sözler veriyordum kendime durmaksızın. Geceleri uyandığımda karanlık bir şeye, bir gargoyle’a dönüşüyordum bazen de. Evet, gerçekten de bir gargoyle yaşıyordu içimde… Taşlaşmış bir melankoli. Ondan kurtulamıyordum. Bilmiyordum, belki de bazı yazarlar gibi ben de ondan, yani karanlıktan besleniyordum.

Ne zaman bir şey yazmak üzere kalemi elime alsam gargoyle oradaydı. Omzumun üzerine tünüyor, yazdıklarıma bakıyordu. Beni izliyor, bana ne yaparsam yapayım asla yeterli olmayacağımı söylüyordu. Oysa bir gitse, beni bir rahat bıraksa, Bülbülü Öldürmek gibi sihirli bir şey yaratacaktım belki de! En azından buna inanmak ve suçu ona atmak işime geliyordu…

Derken ilk romanımı her şeye rağmen bitirme cesareti buldum kendimde ve tam da o ‘son’ yazısını yazdığımda, tuhaf bir şey uyandı içimde; küçük aydınlık bir fikir: Gargoyle’u içimden atmam mümkün değilse, onu bir ilham perisine dönüştürebilirdim belki de! Onunla barışmam böyle oldu, işte.

Benim gargoyle’umun kanatları var, geceleri onun üzerine binip uçabiliyorum şehrin üzerinde. Birlikte yıldızlara çıkıyor, dünyaya bakıyor, yeni hikâyeler uyduruyor ve sonra evimize dönüp bunları yazıyoruz!

Bir de, tutamayacağımız sözler vermek yerine daima dürüst davranıyoruz birbirimize. Mükemmelmiş gibi yapmayı bırakıp, kusurlu varlıklar olduğumuzu tüm kalbimizle kabul ediyoruz. Ruhumuzun derinliklerinde sakladığımız sırlarımızla yüzleşiyor, kendimizi bir bütün olarak sevmeyi öğreniyoruz. Belki de hiçbir zaman Bülbülü Öldürmek gibi bir roman yazamayacak olsak bile…

Artık biliyorum: Onunla barışmak sadece üstesinden gelebileceğim bir şey değil, aynı zamanda benim sorumluluğum da.

Bana Harper Lee’nin romanını ve gece içilen koyu kahveleri hatırlatan, çok sevdiğim Nina Simone’u ele alalım mesela. Onun o karanlık şarkılarını yazabilmek için en başta kendi içindeki gargoyle’la barıştığını çok iyi biliyorum. Ben de onunla barıştığımdan beri kendimi yerden yere vurmayı bırakmış bulunuyorum. Biliyorum ki ben neysem oyum ve elimden geleni yapıyorum.

Nasıl Bülbülü Öldürmek’i yazmaya çalışmaya devam etmem gerektiğini biliyorsam, gargoyle’umu sahiplenmem gerektiğini de çok iyi biliyorum. Kendi hikayemi, geçmişimi ve geleceğimi, bana ne kadar acı verse de, nihayet sahiplenmem gerektiğini…

Kendini sevmenin ilk adımı kendini olduğu gibi kabul etmektir, öyle değil mi? Deneyimlerine ve o deneyimlerin bir ürünü olan gerçek canavarlara sahip çıkmak? Onu ben yarattım ne de olsa! Eh, bu durumda gargoyle da sevdaya dahil öyleyse… En azından, hayatta ve edebiyatta çok önemsediğim özgürlük duygusuna kavuşabilmem için yapmalıyım bunu. En azından, benim kendim olabilmemin tek yolu bu.

Merak ediyorum, acaba Harper Lee’nin gargoyle’u Bülbülü Öldürmek romanının içinde mi saklı? Bir yanım bunun doğru olduğunu söylüyor bana!

İlginizi çekebilir: Kitapları seven kız: Jean Webster ile umudu kucaklarken

Zeynep Alpaslan Yazar
Zeynep Alpaslan 1983’te İstanbul’da doğdu. Hem çocuklar hem yetişkinler için öykü, roman, şiir ve karikatür alanında eserler verdi. Tokyo (2018) isimli ilk çocuk romanı ... Devam