Kendini anlamak, evreni anlamak, yaşamını anlamlandırmak için: Şifa sensin, aynaya bak!

Son zamanlarda ne kadar çok konuşur olduk şifayı, şifalanmayı, şifacıyı… İçinden geçtiğimiz şu günlerde daha bir anlamlı oldu. Şifa ihtiyacı, tarihe tanıklık edilen günlerden de önce belirmişti hayatlarımızda aslında.

Etimolojik kökeni Arapça olan şifa; iyileşme, tedavi, tam sağlık hali demek. Tam bir sağlık hali için de ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak uyumlu, sağlıklı ve dengeli olmak bir gereklilik. Her şeyin birbirine bağlantılı olduğunu bilmenin başka bir tezahürü bu da. Zihin, ruh ve bedenin şifalanması, dengelenmesi için insanlık tarihi kadar eski öğretiler, yepyeni bakış açılarıyla bu kadim öğretilere eklenen başka öğretiler, sistemler hep oldu, olacak da.

Şifaya neden ihtiyaç duyar insan? Cevap basittir aslında. Ruhani olarak evren ile bağlantıda olmak için. Kendini anlamak, evreni anlamak, yaşamını anlamlandırmak için. Başka bir deyişle yaşamının anlamını hatırlamak için.

Daha lüks, daha büyük, daha şık, daha ihtişamlı hayatlarımızda içten içe hissedilen boşluğun anlamını sorguladığımızda sarıp sarmaladı bizi. Beklentiler arttı, yaşam koşulları hızlandı. Meşguliyet meziyet, sakinlik eziyet sayıldı. En büyük motivasyon kaynağımız stres oldu. Stresle beslenen beden, stresle başa çıkmaya çalışan zihin ve stresi kaldırmakta zorlanan ruh…

Olduramadığımız her eylem, yordu da yordu… Kolaylıkla çözülebilecek işler egoist davranışlara kurban gitti. Bir içten söylenecek ‘evet’ yerine ‘challenge’ adı altında  sözümona kişilerin iyiliğine olacak zorlamalar yapıldı. Rekabetin kişiyi yücelten, biri beş yapan özelliği değil, biri de kolayca tüketen kısmına odaklanıldı. Sadece zorun güzel; kolayın, basitin değersiz ve kötü olduğu bilgisi kolektife yazıldı. Zorsa güzeldir diye düşünen zihinler çözüm yerine soruna odaklandı. Bu kadar kolay olamaz deyip, çözümü gördüğü halde, çözümden uzaklaşıp sorunu da büyüttü. Sonuç ise koca bir kördüğüm…

Çaresi vardı ve hep de gözümün önünde ve yanıbaşımızdaydı. Şifalanmaya niyet eden iç dünyamızdı, en büyük servetimiz. Sadece bedenini iyileştirmeye niyet eden biri, ruhu ve zihnini yadsıyarak tam olarak gerçekleştiremeyecektir. Keza ruhuna çalışan biri, eğer bedeni ve zihnini işin içine katmıyorsa eksik olacaktır. Zihin metodlarıyla kendini şifalandırmaya çalışan kişi ise; bedeniyle ilgilenmez ve ruhunu, özünü dikkate almazsa sadece planlama aşamasında kalacaktır. Bunu tam ve bütün olarak gerçekleştirmek ise ciddi bir aydınlanma ve şifalanma sağlayacaktır.

Şifadan bahsederken şifacıdan bahsetmemek olmaz. Şifacı, kişinin şifa potansiyelini ortaya çıkarandır. Şifanın aktarılmasına şahitlik edendir. Şifalanmak için niyet eden kişinin şifalanmasını gözlemleyendir. ‘Şifa vermek’ tabiri kullanılsa da şifa verilmez aslen. Şifayı yapan Yaradan’dır. Şifacı bunun aktarılmasına vesile olur, kanallık eder sevgiyle. ‘Şifayı almak ister misin?” sorusu daha uygun düşecektir.

Şifaya niyet eden kişinin ruh, zihin ve beden dengelenmesi için tarihler boyunca ‘acil şifalar’ kelimesi dilimize pelesenk olmuş. Şifa sevilmiş, kalpten tercih edilmiş. Doğduğumuz andan itibaren hepimizde olan bu kudret, belli zamanla unutulmuş. İçten gelen şifa; koşulsuz sevgi zemininde aşkla büyüyen bir ışığa dönüşmüş. Yolu da binbir çeşit. İster nefesine odaklan, ister bedeninle ilgilen, istersen bilgilen. Ne yaparsan yap, yaşamında yer edene, anlam kazanana kadar yap.

Merkezine pozitif düşünce biçimini koyan, pozitif enerjiyi devreye sokan şifa; kişinin potansiyelini geliştirir. Bire olan fayda bütüne de faydalıdır. Şifa, bütünün hayrına yapılan bir iyi niyet eylemidir. Bu eylemi daha çok hayata geçirmek üzere…

 

İlginizi çekebilir: Mucizeyi görebilmek: Her adımında karşına çıkan mucizelerin farkında mısın?

Özlem Güller Ünal
1979 İstanbul doğumluyum. 2000 yılından beri iletişim sektöründe medya ve iletişim danışmanı olarak çalışıyorum. An'ı önemseyen, meraklı bir yaşam sevdalısıyım. Gözlem yapmayı, araştırmayı, öğrenmeyi ... Devam