Kendimi senin dünyanın güneşi altında izleyebilir miyim?

Gittikçe katılaşıyorum, fark etmeden, fark ettirmeden…

Boş verdikçe, ucunu bıraktıkça, vazgeçtikçe katılaşıyorum. Kabuk bağlıyor kalbim. Üzerindeki kılıfı yetmezmiş gibi bir de kalın bir tabaka ile sıvıyorum. Gittikçe kendi içinde, kendi sesinin yankısında, havasız kalan bir alev gibi kendine kapanışını izliyorum. 

Oysa doğadaki her can gibi genişlemek, elden ele geçirmek istiyorum varlığımı, en küçük parçaya nüfuz edene kadar. Diğerleri buna yangın dese de, ben kendi ışığımı, bana dair olanı dağıtıyorum en yakınımdakilerden diğerlerine ve diğerlerine…

Benim doğam, benim hikayem. Sadece kendi sesimle dünyamı dillendiriyorum.

Sesimin diğer kulaklarda yankılanan yargısını duydukça, başka dünyaların varlığı görünür oluyor gözüme. Kendi ateşimin ışığından mıdır yoksa, onların güneşinin altında ateşimin başka parlayışından mıdır bilinmez tutuluyorum engin dünyaların içinde parlayıp sesimi duyurmaya.

Kendini duymaya, kendini yaşamaya gelmiş olanın amacını dillerden uzak fark edişi gibi, coşkuyla giriyorum sımsıkı kapanmış perdesinden dünyaların…

Benim dünyamın, senin atmosferinde nasıl göründüğünü merak ediyorum!

Kırmızı kor kalbimin senin güneşinin altında dönüşeceği rengi izlemek istiyorum.

Çığlık çığlık gelen sesimin senin kulaklarından içeri hangi duyguyla taşındığını hissetmek istiyorum. 

Yakınlık ihtiyacım, kendimi senin dünyanda görme arzumdan başka bir şey değil…

Bugün de yolcuyum, hancı kapısında.

Çoklarca kez utandım, sesimin yüksekliğinden, kalbimin renginden…

Han kapılarına gelir, eşiklerde bekler oldum. Buyur etseler de giremem, girsem de cübbemin ardından göstermem yanan ateşimi, göğsümde hareler çizen sesimi, hep içime konuşurum kendimden kendime seslenir dururum…

Yargılardan yorgun ruhum, korkar diğerinin güneş tellerinin yanıklar içindeki bedenime değmesinden… Böylece kaplarım ruhumu kalın sıvalar ile. Kendi ateşinde, küçük karanlığında kendi soluğuna yavaşça kapanışını izlerim.

Bu vazgeçiş öldürür beni, bu kapanış alır hevesimi ve unuturum.

Yaşamı unuturum, sevmeyi unuturum, sevilmeyi unuturum, aşktan kavrulup yine de ateşlere koşan yüreğimin cesaretini ve tutkusunu unuturum. Bedenimin arzularını unuturum. Kendimi unuturum.

Neden yaşadığımı unuturum. 

Ateşimin üzerine kapanıp yavaşça sönerim.

Yavaş yavaş sönerim…

Soluğumdan terlemiş bıyıklarımın kaşıntısında, uzundur unuttuğum gözyaşlarımla kavuşurum.

Ve içimin derin sessizliğinden belli belirsiz ismimi duyarım. Boşluktan yukarı yavaş yavaş genişleyerek çıkan bana ismimi tekrarlayan sesimi…

Tam da ölecekken;

Kendimi senin dünyanın güneşi altında izleyebilir miyim?

İlginizi çekebilir: Kendi sözünü söyleyene kadar, kendi hikayesini kendi kulağına fısıldayamaz insan

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam