Kadın gibi sevmek anne gibi sevmeye karşı: Dişi aşkın iki yüzü

Tekrardan başlığı bile yazabilmek için uzun uzun “nasıl” tam olarak ifade edebilir diye düşündüğüm bir yazının başındayız, aslında bir maceranın başındayız diye ifade edebilirim. Ben bugün 33 yaşına gelmiş bir kadınım ama “kadın olmak” inanın dünyada öğrendiğim en zor denklemlerden, geçtiğim en ağır sınavlardan ve halen çokça emek verdiğim, halen içime sindiği şekilde olamadığım durumlardan bir tanesi.

Kadın olmak; anlatması zor, bir kere duygulardan duygulara atılan bir hayatınız var, sabah kalktığınızda ayrı, akşam olduğunda ayrı. Sonra her an aklınızda, binlerce düşünce yapınızda “anne” olmak vardır, evin her türlü detayını düşünmek, ne ihtiyaç vardır, ne olacaktır, nasıl yapılacaktır. Sonra bir de size öğretilmiş olan “her şeyi en iyi şekli” ile yapabilmek için emek verirsiniz. Evinizde ve hayatınızda her şey “tam” olmalıdır, alışveriş, ütü, belki temizlik belki yemek belki ev işleri, biraz arkadaş toplantıları, sosyal yaşamınız sonra gerçekten bir “eş” iseniz karşılamanız gereken beklentiler vardır.

Bunlar birikir de birikir, bazen altında eziliveririz değil mi? Ha bir de tüm bunlara ek olarak “muhteşem” gözükmemiz gerekir; her an bakımlı, her an saçımız, başımız, kıyafetimiz en son ayrıntısına kadar düşünülmüş olmalıdır, beğenilmek içgüdüsü vardır bir kere hala bu yaşımda kime ve neye göre olduğunu anlayamadığım. Öyle denk geldi diye seçilmez “kıyafetler” bile…

Kadın olmak, tüm bunların üzerine en hoş tuzu biberimiz gelir; hormonlarımız. Bizleri alır ayın bir gününden diğerine taşırken durup dururken ağladığımız, bazen birden sinirlendiğimiz ve bazı günler ise “kendimizi neredeyse tamamen kaybolmuş” hissettiğimiz olur. Neden diye sorarız kendimize, neden böyle hissediyorum? Eğer bir kadın olarak bu satırları okumaktaysanız aynı cevabı vereceksinizdir; “hiçbir açıklaması yok, içimden böyle geliyor”.

İşte bu hormonların biraz daha ilerisine geçmek istiyorum sizlerle bu yazımda. Bir kadının içinden çıkan “onlarca” kadın vardır; farklı rolleri benimsemiştir. Bunlardan en önemli ikisi ise tüm hayatımızı özellikle yakın ilişkilerimizi yani kadın-erkek ilişkilerimizi çokça etkiler ki bazen fark etmeden kendimizi kaptırıveririz o “anne” olmak halimize örneğin. Aman onun karnı aç kalmasın olur, aman eşim üzülmesin olur, aman ütüsü eksik olmasın olur, aman eve geldiğinde her şeyi hazır bulsun olur… İşte bu anne işleri eline aldığında neyi kaybediyoruzdur; dişi tarafımız nereye kaybolur?

Ben hemen cevap vermek istiyorum, “anne” gibi sevmeye başladığımızda aşkın ateşini yakacak o kadın sönüverir. Bizler neyi önceliklendirirsek ilişkimizin akışı da bu yönde yol alacaktır. Karşımıza çıkan kadında bulduğumuz “kadınlık” kadar “annelik” ve evet “annelik” kadar “kadınlık” önemlidir.

Bugün çok fazla örneğini çevremizdeki ilişkilerde görmekteyiz. Ben bu konuda kendimce çokça gözlem yapma fırsatı buluyorum. Bir çifti hiç karşılıklı yemek yerken veya kahve içerken veya sadece elele tutuşmuş yürürken gözlemlediniz mi? Kadın olarak size hangi hissi yansıtmaktaydı? Örneğin “kadın gibi sevmek” düzeyinde olan bir kadın var ise yanindeki eril enerjinin de bununla bütünleştiğini gözlemleriz, kadının dokunuşuna elini tutuşuna gerçek bir eril enerji ile cevap veren bir erkek. Peki kadınlarımız “anne” sevgisine yöneldiklerinde, bazen şöyle bile düşündüğümüz olabilir; “ne kadar uyumsuz bir çift, neden paylaşım yapmıyorlar veya ben aralarında bir elektrik göremedim” gibi.

Evet, elektrik göremeyiz çünkü elektrikte yani çekimde “polarizasyon” vardır, her iki uç kendi tarafında yerinde kutuplaşmadıkça, yani kendi kutuplarını yeterince doldurmadıklarında tam bir eril ve tam bir dişilin bir araya gelmesi gerçekleşmedikçe o “çekim” oluşmayacaktır. Hepimiz karşılaşırız bazen öyle bir çekim hissederiz ki bunu neden sadece “bazı” durumlarda hissedebildiğimizi anlayamayız.

Daha yakından baktığımızda ise gördüğümüz şu olur; bizler her ilişkimizde farklı bir “kadın” sevgisini benimseriz aslında. Bazı ilişkilerde evet “kadın” olmak ön plandadır ve bazen ilişkinin başında ne kadar “kadın” olmak kadın gibi sevmek halimizdeysek daha sonra alıştıkça, hani hepimizin bildiği “heyecan azaldıkça” aslında bizler yavaş yavaş “anne” gibi sevmeye doğru ilerlemiş oluruz. Bu durumda eril enerjiye tam bir dişil ile karşılık vermek yani “almak” ve “vermek” dengesinde var olmak yerine bir anne gibi “sadece vermeye” odaklanırız; yani almak ve vermek dengesini çoktan bozmuş oluruz.

Düşünün bir “kadın” gibi sevemiyorsunuz sürekli size “anne” gibi sevmenizi bekleyen bir eril var bu durumda kendinizi tatmin olmuş hissedebilir misiniz? İşte biz dişil enerjide kalması gereken kadınların yaptığı da budur; sadece “anne” kutbuna geçtiğimizde sorularımızın merkezi değişir, “şefkat” evet belki aşkın bir parçasıdır ama “aslı olmak” haline dönüştüğünde eril ve dişil enerji akışını da değiştirmiş oluruz… Artık alıp verdiğimiz bir kadın-erkek enerjisinden çok bir anne-çocuk enerjisini hatırlatır ki bu hepimizin “ilişkimizde ne istediğimiz” sorusuna bizi geri döndürür.

Hemen bir örnekle açıklamak istiyorum. Son ilişkimde, evet içimde çok ama çok büyük bir sevgi vardı, fakat bir adamı anne gibi sever olmuştum. Sorun tamamiyle benimle ilgiliydi, sürekli huzursuzluk çıkartmaya başlamıştım ve sürekli bir tatminsizlik içindeydim. İlişkimizde görünürde hiçbir problem yoktu ama işte o “ateşi” artık yakmayan bir almak ve vermek dengesi noktasına gelivermiştik. İkimizde sesli olarak bunu itiraf edemiyorduk ve sonunda ben “anne” gibi sever oldum bu beni mutlu etmiyor kendime dönmem lazım diyen ben olmuştum.

Bugün bu yazımı okuyan sevgili dişi ve sevgili eril kişiler; sevmek muhteşem bir yoldur, bizden karşımızdakine akıvermemizi sağlayan. Fakat sevmek halimizin de türleri vardır. Bu yüzden “nasıl bir sevgi” istediğimiz önemlidir, eğer bizler sevgiyi “anne” olmak ile karıştırmışsak karşımızdakine bir kadın olmak yerine anne olmaya çalışıyorsak kendimize bir dönüp bakmamız gerekir. Çünkü sevmek hepimizi büyüten bir eylemdir, sevmek kendimiz gibi olmaktır “anne” olmak değil, “anne” olmaya odaklanmak değil, “karşımızdakini mutlu edecek annesi” gibi olmak değildir. Bıçağın iki sırtı “kadın” gibi sevmek ve “anne” gibi sevmek; siz hangi çizginin hangi noktasındasınız? Kalbiniz bugün ne ile atıyor?

“Kadın” gibi sevmeye cesaret edebildiğimiz her anın güzelliğine…

 

Yazarın diğer yazıları için tıklayın.

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam