Kaçmak mı, hazır olmamak mı?

Daha önce farklı yazılarda kaçmaktan ve taktığımız maskelerden bahsetmiştik.
Bugün biraz daha orayı açmak istiyorum. Çünkü bence hepimiz, büyük ya da küçük ölçekte, bir şeylerden kaçıyoruz.

Bazen ilişkimizdeki bir sorundan, bazen işimizdeki bir görevden, bazen okuldaki bir ödevden,
bazen arkadaşlarımızla olan bir çatışmadan, bazen bir mekandan,
bazen duygularımızdan, bazen sıkılmaktan, bazen de kabullenişten. Örnekleri çoğaltmak mümkün. 

Günlük hayatta çoğu zaman, bunların yerine neyi koyduğumuza bakarsak kaçışlarımızı daha net görüyoruz aslında:
Elimize telefonu alıyoruz, bir şeyler atıştırıyoruz, açıveriyoruz diziyi, kayboluyoruz sosyal medyada, bir sonraki planı yapıyoruz… 

İçimizde olan asıl şeye bakmadan hayat devam ediyor gibi yapıyoruz. Bunda sadece biz suçlu değiliz elbette. Hayat ve sistem bazen bizi buna itiyor, bazen de biz kendimizi bu düzene alıştırıyoruz.
Çünkü durum temelde çok basit:
Beyin, beden ve sinir sistemi hep bildiği, kolay yolu seçmek istiyor. Hoşlanmadığı, zorlandığı, rahatsız olduğu şeylerden uzak durmak; yani bir şekilde kaçmak istiyor. Bu, bizim bozuk olduğumuz anlamına gelmiyor, tam tersine çok temel bir içgüdü. Sempatik sinir sistemi dediğimiz yapı, bizi savaş ya da kaç moduna alıyor. Tehlike algıladığında, kal, bak, anlamaya çalış demiyor; korun diyor.

Bugün yaşadığımız çağda, bu tehlike her zaman yırtıcı bir hayvan değil;
bazen bir mail, bazen bir telefon konuşması, bazen bir yüzleşme, bazen bir ilişki konuşması, bazen de kendi duygularımız. Üstüne bir de hız ve haz odaklı bir kültürün içindeyiz.
Dijital dünya, sosyal medya, tüketim kültürü… 

Hepsi bize bir mesaj veriyor:
Canın sıkılmasın, hemen iyi hisset. Zorlanma, hemen kaç.
Zaten bütün pazarlama endüstrisi de buradan besleniyor.

Ama şöyle bir gerçek var:
Kendimizden kaçmak, sanıldığı kadar kolay bir şey değil.
Ne yaparsak yapalım ne kadar meşgul olursak olalım,
günün sonunda sen, seninle her yere geliyorsun.
Bilinçli olarak görmesen de bilinçdışında orada duruyor her şey.

Bu noktada şunu da unutmamak lazım:
Kaçmak her zaman kötü bir tepki olmak zorunda değil.
Bazen iç sistemimiz, olayı çözme anına kadar zaman kazanmak için de geri çekilir.
Savaşlarda da böyledir; bazen savaşı kazanmak için, strateji belirlemek için, güç toplamak için geri çekilmek gerekir.

İç dünyamız da bazen aynısını yapıyor olabilir:
Biz hazır olana kadar ve o durumla ilgili içerideki sistem kendini toparlayana kadar.

Bu yüzden bazen kötü bir ilişkinin içinden hemen çıkamıyor olabiliriz.
Yanlış olduğunu bildiğimiz bir davranışı, bir alışkanlığı sürdürmeye devam ediyor olabiliriz.
Ya da yapmamız gereken bir konuşmayı, bir adımı sürekli erteliyor olabiliriz. Bu her zaman zayıflık değil; bazen de gerçekten hazır olmamakla ilgili. Hazır olmadığımız bir yüzleşmenin, bir vedanın, bir sorumluluğun altına girdiğimizde ortaya çıkacak sonucu da sistem bir yerden sezebiliyor. Tabii ki bilinçli kaçınmak başka bir şey. Hiç bakmamak, hiç konuşmamak, hiç üstlenmemek, her şeyi halının altına süpürmek uzun vadede bize zarar veriyor. Ama bazen, sorun dediğimiz şey, çözümün malzemesini de içinde taşıyor. Yani, sistemin içerisindeki daha büyük bir sorunun çözülmesi için, o sorunun içinde bir süre daha kalmamız gerekebiliyor.
Bir nevi pişme süreci gibi düşünebilirsiniz. Hazır olmadan ringe çıkan bir dövüşçüyü düşünün.
Sezonu hazırlıksız açan bir sporcu ya da antrenmansız bir yarışçı…
Sonuç çoğu zaman üzücü olur.
Sakatlık, kayıp, travma…

Aynı şekilde, hazır olmadan büyük bir ilişki kararına girmek,
hazır olmadan ağır bir sorumluluk almak, hazır olmadan kendini sıfırdan bir hayata zorlamak da benzer şekilde bizi yorabilir, daha kötü yerlere sürükleyebilir. O yüzden mesele sadece kaçmak kötü, yüzleşmek iyi gibi siyah-beyaz bir yer değil. 

Mesele şu soruyu kendimize sorabilmekte:
Ben şu anda gerçekten ne yapıyorum? Kaçıyor muyum, yoksa hazır olmadığım için mi bekliyorum?

Bunu fark etmek zaman ister.
Bunu öğrenmek, keşfetmek, sindirmek farkındalık ister.
Bazen de tekrar tekrar denemeyi, yanılmayı ister. Günün sonunda bence amaç,
kendimizden kaçmak değil;
yaşadığımız durumlar ve duygularla gerektiği kadar vakit geçirebilmek. Ne tamamen içinde kaybolmak ne de ilk rahatsızlıkta kapıyı çarpıp kaçmak.

Bazen sadece şunu yapabilmek bile çok kıymetli:
Şu an bu duygudan kaçmak istiyorum.
Bu konuşmayı ertelemek istiyorum.
Ama en azından bunu fark ediyorum.
Kendime kızmak yerine, ne zaman hazır olurum? diye soruyorum. Belki ilk adım bu. Umarım gittiğiniz her yere, sizden kaçmayan, maskesiz ve olduğu haliyle gelmeye izin verdiğiniz bir sizle yolculuk yapmanız dileğiyle…

İlginizi çekebilir: Her hikaye senin değil: Performans çağında kendi zamanın

Mert Bağ Egzersiz Uzmanı ve Nefes Koçu
Merhabalar, ben Mert Bağ. Erken yaşlarda ilk olarak voleybol branşını hayatıma kattıktan sonra basketbolla tanıştım ve uzun yıllar basketbol ve voleybol branşlarında çeşitli takımlarda ... Devam