İyileşme öyküleri: Kendi dünyamın kahramanı

Eskiden bir süper kahraman olmak isterdim. Kendi kendimle kıyasıya bir kahramanlık yarışı içindeydim. Çok büyük başarılar beklerdim kendimden. Maddi olarak altından kalkamayacağım iyiliklerde bulunurdum. Herkesin yardımına koşardım, benden yardım istemeyenlerin bile. Ve kendi mutluluğumu yitirme pahasına, kendimi mutsuz insanları mutlu etmeye adardım.

Ancak hayat bana hiçbir zaman gerçek bir süper kahraman olamayacağımı öğretti. Özel güçlerim yoktu, basit bir insandım ben. Hatta bir pelerinim bile yoktu! Hayır, dünyayı kurtaran bir kahraman olamayacaktım asla. Ama neyse ki, hepimiz gibi, ben de kendi dünyamın kahramanı olabilirdim.

İlk olarak, biraz yavaşlamam gerektiğini öğrendim hayattan. Her yere yetişmek, her şeyi aynı anda yapmak, herkesi memnun etmek, durmaksızın üretmek zorunda değildim. Bunları yapabiliyordum, böyle bir potansiyele sahiptim, ancak bunları yaparken hayatımı yaşamayı unutuyordum. Oysa bir görev değildi hayat. Tuhaf bir şölendi. Ve ben onun ellerimden kayıp gitmesine izin veriyordum.

Çılgınlar gibi çalışmaya karşı değilim aslında. Özellikle de tutku duyduğum konularda. Ama çalışırken akıl ve beden sağlığımı ihmal etmemem gerektiğini de biliyorum artık. Bu yüzden kendimi tüketene dek çalışmak yerine, gücüm hâlâ yerindeyken küçük molalar vermeyi tercih ediyorum. Hem sonrasında işe dönmek de öyle tatlı oluyor ki! Özlemek: Anahtar kelime bu. Sevdiğimiz şeyleri arada sırada biraz özlememiz gerekiyor.

İkinci olarak, çok sevdiğim bir şarkıda dendiği gibi, yağmurun sonsuza dek yağmayacağını öğretti hayat bana. Bütün üzüntülerimin geçici olduğunu ve kara bulutlar dağıldıktan sonra güneşin yeniden başını uzatıp bana gülümseyeceğini. Bu yüzden, güven içinde, gözlerim açık geçebiliyorum artık acıların içinden.

Hayır, kaçmıyorum artık acıdan. “Üzerine yağmur yağıyorsa, kollarını aç ve dans et!” diyorum kendime. Bunu söylediğimde, yağmur yağdığını da kabullenmiş oluyorum. Ve kabullenmenin pasif değil, kahramanca bir eylem olduğunu biliyorum.
Hayattan aldığım üçüncü büyük ders, küçük balık olmanın kötü bir şey olmadığı. Evet, biliyorum, büyük balıkların küçük balıkları yemeye çalıştığı, küçük balıkların ise büyüyebilmek için her şeyi göze aldıkları bir yer burası.

Kendi kendine üreten, seven, oyun oynayan, yaşayan bir varlık olmakta hiçbir sorun yok bence. Küçük olmak köpekbalıklarına yem olacağımız anlamına gelmek zorunda değil ve büyümek için yıkıcı bir hırsla çabalayıp durmanın kimseye faydası yok belki de. Bu yüzden, hayatımı kendi kendine yeten küçük, huzurlu bir balık olarak geçirmek istiyorum ben de.

Dördüncü ders, zarar vermemek. Yaşayan hiçbir şeye ve hiç kimseye. Kendi adına konuşamayanlar için sesimizi çıkarmak, sokak hayvanlarına yardım etmek ya da hiçbir fark yaratmayacağını düşündüğümüz o küçük iyilikleri yine de yaparak gerçekten de bir fark yaratabileceğimizi görmek. Bütün mesele bu… Eğer bunu kendi özel gücümüz haline getirebilirsek, bir süper kahraman olamasak bile, geceleri rahat uyuyacağımız kesin.

Büyük jestler gerekmiyor üstelik bunun için. Büyük paralar harcamak, boyumuzdan büyük işlere kalkışmak da gerekmiyor. Dünyaya iyilikle bakmak yeterli. Bunu bir kez yapınca, gerisi kendiliğinden geliyor.

Kendi dünyamın kahramanı olma yolunda aldığım beşinci ve belki de en büyük ders ise, herkesin kendinden sorumlu olduğu. Artık ne zaman kendimi yaralı bir insanı iyileştirmeye çalışırken bulsam şöyle soruyorum kendime: Aslında iyileştirmek istediğim kim? O iyileşmek istiyor mu? Ve onu gerçekten iyileştirebilir miyim?

Bir başkasına iyi gelmek kadar hiçbir şey iyi gelemez insana. Ancak şunu da biliyorum ki, kurtarılmak istemeyen birini kurtaramayız. İçinde bulunduğu bataklıkta konforu yerinde olan, asla değişmek istemeyen ve bunun için çabalamayan birini sırf öylesi bizim gözümüzde daha iyi diye değişmeye zorlayamayız. Bunun için harcayacağımız enerjiyi, ne bileyim, belki de, kendimize daha iyi bakmak için harcamalıyız.

Evet, dünyayı kurtaramayız belki ama kendi dünyamızın kahramanı olabiliriz. Bu da az şey değil. Hatta bana göre, mutluluğun anahtarı. Çünkü kendi dünyamızın kahramanı olduğumuzda, kendi masalımızı başkaları değil, bizzat kendimiz yazarız. Ve kendi masalımızı kendimiz yazdığımızda, çevremizdekilere de bunu yapmaları için ilham vermeye başlarız. Bu da azıcık da olsa daha mutlu bir toplum demektir. Yetmez mi?

İlginizi çekebilir: İyileşme öyküleri: Başarısız olmanın mutluluğu

Zeynep Alpaslan Yazar
Zeynep Alpaslan 1983’te İstanbul’da doğdu. Hem çocuklar hem yetişkinler için öykü, roman, şiir ve karikatür alanında eserler verdi. Tokyo (2018) isimli ilk çocuk romanı ... Devam