İşlevsel düşünme vs overthinking: Aşırı düşünmek faydalı bir araca dönüştürülebilir mi?

Overthinking, yani aşırı düşünme eylemi hemen hemen hepimizin yaşamında olan ve çoğumuzun üstesinden gelmeye çalıştığı bir ‘problem’. Aşırı düşünmenin belirtilerini araştırıyor, aşırı düşünme probleminizin olup olmadığını merak ediyor ya da ‘overthinking’ sorununuza çözüm yolları bulmaya çalışıyor olabilirsiniz. Ancak bir yandan da Overthinking nedir: Aşırı düşünme sorunu, nedenleri ve baş etme yöntemleri yazımızda detaylı olarak açıkladığımız gibi, aşırı düşünme evrimsel olarak insan doğasının ayrılmaz bir parçası ve tam da bu nedenle önleyebilmek ya da baş etmeye çalışmak sandığımız kadar kolay olamayabiliyor. Aşırı düşünmenin ilkel beynin savunma mekanizmalarından biri olması, evrimsel anlamda bu eğilimimizin aslında gerçekten bir sorun olup olmadığı, hangi noktada yaşamımızı olumsuz etkilediği ve hangi durumlarda işlevsel düşünme olarak değerlendirilebileceğiyle ilgili de pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor.

Overthinking yaşamımızı nasıl etkiliyor?

Yaşamımızın pek çok alanında, karşı karşıya kaldığımız tüm konular üzerinde aşırı düşünmek, her şeyi detaylı olarak analiz etmeye çalışmak, mükemmel sonucu arzulamak psikolojik anlamda tüketici olabileceği gibi stres ve kaygı seviyemizin artmasına neden olabiliyor. Kariyerimizle ilgili endişelerimiz, ilişkimizle ilgili problemlerimiz, gelecek planlarımız ve günlük yaşamımızda düşünmemiz gereken sorumlulukların yarattığı zihinsel yük çok fazla olduğunda ve bu düşünceleri çevremizdekilerle paylaşarak fikir alışverişinde bulunmaya çalıştığımızda ‘Çok fazla düşünüyorsun.’, ‘Bazı şeyleri çok abartıyorsun.’, ‘Biraz akışına bırakmayı denesen?’ gibi yorumlarla karşılaşabiliyoruz. Tüm bu yorumlarsa ‘Keşke bu kadar fazla düşünmesem!’ düşüncesiyle sorunun kendimizde olduğuna inanmamıza sebep olabiliyor. Ancak aksini uygulamaya çalışarak, çok fazla düşünmeden hareket etmeye çalıştığımızdaysa aldığımız kararların ve yaptığımız çıkarımların ne kadar sağlıklı olduğuyla ilgili şüpheye düşerek, olayları ve durumları basite indirgediğimiz çelişkisiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Peki, bu ikilemden kurtulmanın, bu iki kutup arasında dengeyi bulabilmenin bir yolu yok mu?

“Hayattaki mutluluğunuz, düşüncelerinizin çokluğuna değil kalitesine bağlıdır.” – Marcus Aurelius

İşlevsel düşünme nedir?

İnsan olarak sahip olduğumuz en önemli güçlerden biri düşünce gücümüz. İnsan beyninin ne kadar karmaşık olduğunu düşünürsek, aşırı düşünme de bu karmaşık sürecin doğal bir sonucu gibi görülebilir. Scientific American dergisinde yayınlanan bir araştırmanın sonuçları, beynin bilgi depolama kapasitesinin yaklaşık 2,5 petabayt (yani bir milyon gigabayt) olduğunu ve bir milyar nöron arasında trilyonlardan fazla bağlantı olabileceğini söylüyor. Bu verinin yoğunluğu, ortalama 3 milyon saat uzunluğundaki bir filmin, 300 yıldan fazla bir süre boyunca sürekli olarak oynatılmasına denk geliyor!

Beynimizin depolama kapasitesi bu kadar genişken, işlem kapasitesi de bundan aşağı kalır durumda değil. İnsan beyninin, bilgiyi işlemede herhangi bir bilgisayarlardan çok daha gelişmiş olduğunu biliyoruz. Bir bilgisayarın milyonlarca adım izleyerek yapabildiği herhangi bir işlemi, insan beyni sadece birkaç yüz nöron aktarımı ile başarılabiliyor. Dolayısıyla insan beyni son derece gelişmiş bir planlama, karar verme, analiz etme ve ahlaki düşünme yeteneğine sahip.

Bu üstün bilişsel kapasite bizi diğer hayvanlardan ayıran en önemli özelliğimiz olarak biliniyor. Araştırmalar, aşırı düşünmeye yatkın oluşumuzun da beynin bu aşırı gelişmiş düşünme kapasitesiyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bu muazzam beyin gücünden yararlanmak için yapabileceğimiz şey, düşüncelerimizin tamamı olmasa da çoğunun işlevsel olmasını sağlamak.

İşlevsel düşünme, düşünce sürecini değiştirmeyi amaçlayan, düşüncelerimiz aracılığıyla bizim için mümkün olan en yararlı eylemi bulmaya motive eden, düşüncelerimizi netleştirmemizi sağlayan ve zihnimizde yarattığımız engellerin farkına vararak ilerlememizi mümkün kılan bir düşünme şekli. Odağımızı bulanıklaştıran her şeyi bir kenara bırakarak düşüncelerimiz aracılığıyla yaşamımıza katkı sağlayacak eylemler üretmeyi hedefleyen işlevsel düşünme ne kadar ‘fazla’ ya da ‘az’ düşündüğümüzden çok, zihnimizdeki herhangi bir düşüncenin yaşam deneyimlerimizde bize ne kadar fayda sağladığıyla, yani düşüncelerimizin işleviyle ilgileniyor. Özellikle kontrolümüz dışında olan durumlarla baş etmeye çalışırken somut ve net sonuçlar elde etmemize yardımcı olan işlevsel düşünme, toksik ve üretkenliği engelleyen tüm düşüncelerden uzaklaşmamıza ve yapıcı eylemler için harekete geçmemize aracı oluyor. 

Aşırı düşünmenin sınırları nerede başlar, nerede biter?

Overthinking, yani aşırı düşünme kavramı ise işlevsel düşünceden farklı olarak düşüncelerimizin içeriğiyle değil miktarıyla ilgileniyor ve ‘herhangi bir şeyi çok fazla, yararlı olmayacak şekilde düşünmek’ olarak tanımlanıyor. Aşırı düşünmenin neden yaşamımız için zararlı ya da faydalı olabileceğini görmek ve işlevsel düşünme kavramını daha iyi anlayabilmek için aşırı düşünmenin tanımdaki birkaç noktayı iyi analiz etmemiz gerekiyor.

Tanımda yer alan ‘çok fazla’ açıklaması oldukça öznel bir yargı. Yaşamımızdaki herhangi bir şeyi ‘çok fazla’ olarak tanımlayabilmemiz için, o şeyin ‘normal’ olarak kabul edilebilen bir değerinin ve ölçüsünün bulunması gerekiyor. Dolayısıyla ‘çok fazla düşünmek’ ile ‘doğru düşünmek’ arasında ince bir çizgi olduğunu söyleyebiliriz. Bu çizginin sizin için nerede durduğuysa, çok büyük olasılıkla herkesin çizgisinin bulunduğu noktadan farklı olacaktır. Ayrıca, ‘çok fazla’ açıklaması ‘çok az’ olasılığını da beraberinde getiren bir açıklama. Dolayısıyla herhangi bir konu üzerine çok fazla düşünmek kadar çok az düşünmek de yaşamımızı olumsuz etkileyebiliyor.

Benzer şekilde ‘yararlı olmayan’ açıklaması da kişiden kişiye değişiklik gösterebiliyor. Örneğin, annesinin markete biber almak için gönderdiği küçük bir kızı düşünelim. Listede sadece biber yazmasına karşın meyve-sebze reyonunda yeşil, kırmızı ve sarı biberlerin olduğunu gören küçük kız hangi biberi seçmesi gerektiği konusunda sizden çok daha uzun süre düşünebilir. Dışarıdan bakıldığında ‘Bir biber almak için bu kadar uzun düşünmeye gerek var mı, herhangi bir biberi seçip alabilmek neden bu kadar zor olsun, alt tarafı bir biber alacaksın.’ diye düşünebilirsiniz. Kızın çok fazla düşündüğü yargısına kapılabilir, biber seçmek için bu kadar uzun süre düşünmenin işlevsel olmadığını ya da zaman kaybı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak biberi alan kız için annesinin mizacının tutucu olması, eve döndüğünde beklenildiğinden farklı bir biberin gelmiş olmasının kriz yaratma olasılığı ve bunun karşılığında ceza alabileceği düşüncesi küçük kızı bu konuyla ilgili çok fazla düşünmeye sevk etmiş olabilir. Bu durumda annesinin bu biberlerle hangi yemeği yapmayı planladığı, önceki alışverişlerinde genelde hangi renk biberleri aldığı gibi pek çok ayrıntıyı düşünerek değerlendirmesi, doğru ve yerinde karar vermesine, karşı karşıya kalabileceği pek çok zorluğun engellenmesine yardımcı olabilir. Sonuç olarak, aşırı düşünmenin sınırları değerlerimizle, yaşamımızdaki ilişkilerin dinamikleriyle ve kişiliğimizle yakından ilgili olmakla birlikte, düşüncelerimizin işleviyse her birimiz için çok farklı olabiliyor. 

İşlevsel düşünme ve aşırı düşünme birbirinden nasıl farklılaşıyor?

Çok genel bir tanımla, uzun süreli kafa karışıklığı, kaygı ve kararsızlıkla sonuçlanan, aşırı düşünme olarak tanımlanabilecek düşünce süreçlerinin, yaşamınızın tüm alanlarına zarar verebileceğini ve işlevsel olmadığını söyleyebiliriz. Bunun aksine herhangi bir şey hakkında çok fazla düşünmek çözüme ulaşmanıza yardımcı oluyorsa, daha iyi karar almanızı sağlıyorsa ve planlama yapmanıza olanak sağlayarak yaşamınızı kolaylaştırıyorsa çok fazla da düşünseniz, bu uzun ve detaylı düşünme sürecinin yaşamınız için işlevsel olduğu çıkarımını yapabiliriz. Yani, Marcus Aurelius’un da söylediği gibi, düşünce süreçlerimizde ne kadar fazla düşündüğümüzden (düşüncelerimizin miktarından) çok bu düşüncelerin yaşamımıza ne kadar katkı sağladığına, yani işlevine ve kalitesine odaklandığımızda ‘overthinking’in bizim için gerçekten problem olup olmadığını çok daha iyi anlayabiliriz.

İşlevsel düşünme ve aşırı düşünme arasında en net ve en sağlıklı ayrımı yapabilecek olan tek kişi, sizi en iyi anlayan, yaşamdaki önceliklerinizi en iyi bilen ve elde edeceğiniz sonuçları en doğru şekilde öngörebilen kendinizsiniz. Çocukluk deneyimlerimiz, yetiştirilme tarzımız ve onlarca yıllık yaşam deneyimlerimiz düşünce kalıplarımızın bağlamını belirler. Dolayısıyla kendimizin ya da diğer insanların aşırı düşündüğü konusunda kesin yargılara varmadan önce, o kişinin ya da kendimizin yaşamını gerçekten dinlediğimizden ve anladığımızdan emin olmamız gerekiyor.

İşlevsel düşünmenin 4 ilkesi

İşlevsel düşünebilmek için, tüm düşünce süreçlerimizde şu dört önemli ilkeyi benimsememiz gerekiyor:

  1. Düşünürken, belirli bir zaman dilimi içinde karar vermek ya da eylem planı oluşturabilmek için bilinçli ve istemli olarak o konuyla ilgili tüm detayları gözden geçirip açıklığa kavuşması gereken noktaları belirleyin. Yaşadığınız sorunla ya da zihninizi meşgul eden şeyle ilgili aksiyon almamayı seçmenin de benzer bir süreci içermesi gerektiğini unutmayın. Herhangi bir konu üstüne derinlemesine düşünmek, durumu daha iyi anlamanızı, kabul etmenizi ve değiştirmek isteyip istemediğinizi anlamanız konusunda yol gösterici olacaktır.
  2. Zihninizin takılıp kaldığı herhangi bir düşüncenin ya da yaşadığınız kafa karışıklığının kaygı seviyenizi zamanla nasıl ve ne kadar artırdığını fark ederek gözlemleyin. Herhangi bir düşüncenin kaygı seviyenizi yükselttiğini fark etmek, o düşünceyle tek başınıza baş edemediğinizin ve farklı fikirlerden beslenerek ilerlemenizin daha işlevsel olabileceğinin en önemli göstergelerindendir.
  3. Kiminle konuşacağınız ve kimden fikir alabileceğiniz konusunda seçici davranın. Çevrenizdeki bazı kişiler sorunlarınızı sabırla dinleyebilir, çözüm üretmek konusunda istekli olabilir ve sizi anlayabilirken; bazı kişiler aşırı düşündüğünüzü söyleyerek çok erken yargıya varma eğiliminde olabilir. Düşüncelerinizi daha işlevsel hale getirmek için, sizi gerçekten dinleyen ve tanıyan ya da profesyonel olarak size rehberlik edebilecek insanlardan yardım almanız faydalı olacaktır.
  4. Herhangi biriyle size zihinsel ve psikolojik olarak zarar verdiğini düşündüğünüz, takıntı haline gelen düşüncelerinizi paylaşırken, hem olumlu hem de olumsuz yönlerine değinin. Bu objektif aktarımlar, karşınızdaki kişinin ele alınması gereken belirli bölümlere odaklanmadan önce sorunu birçok açıdan düşünmesine ve anlamlandırmasına yardımcı olacak, problem olarak görülen noktaları büyük resim üzeriden değerlendirmesini sağlayacaktır.

Aşırı düşünme eğiliminde ruh sağlığı problemlerinin de etkili olabileceği gerçeğini göz ardı etmememiz gerekiyor. Aşırı düşünme eğiliminin kaygı bozukluğu ve depresyon gibi ruh sağlığı problemlerinin semptomları arasında olduğuna dair çok sayıda araştırma bulunuyor. Ancak aynı zamanda, hepimizin hayatının belirli dönemlerinde ya da belirli konularda hayata geçirdiği bu eylemle ilgili kesin yargılara varmak ve bunu ruhsal bir problem olarak etiketlemek kaçınılması gereken bir yaklaşım. Seneca’dan Konfüçyüs’e, Gandhi’den ‘Düşünüyorum öyleyse varım!’ diyen Decartes’e pek çok filozofun nesiller boyunca aktarılan, toplumlara fayda sağlayan ve ilham veren fikirlerinin ‘aşırı düşünmenin’ bir sonucu olduğu yadsınamaz. Çok fazla analiz yapmak, detaycılık ve mükemmeliyetçilik günümüz toplumlarında aşılması gereken problemler gibi görünse de, önemli yaşam kararları söz konusu olduğunda ‘çok az’ düşünmektense ‘fazla ama işlevsel’ düşünmenin yaşamımıza zarar değil fayda getirebileceğini söyleyebiliriz.

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!