Flört etme şeklin, hayatla ve kendinle ilişkine dair ne anlatıyor?

Flört etme şeklimiz, kişiliğimizi, hayatla ve kendimizle olan ilişkimizi ortaya seriyor.
Ne kadınlar dişiliklerini, ne erkekler erilliklerini olan doğallıklarında ortaya koyabiliyor. Oyun oynamaktan, kaçıp kovalamaktan kimse “gerçek” ile hemhal olmaya yanaşmıyor.
İsteniyor mu? Emin değilim.
Açıklık, dürüstlük, bunlar herkesin kaldırabileceği şeyler değil, değil mi?
Duygularını, o anlık duyumsamalarını ifade etmekten imtina ediyor herkes!
“Ya yanlış anlaşılırsa?”
Ya “çok ilgili ve talepkar” görünürse, ya “hayır” dediğinde “yalnız” kalırsa, ya karşısındakinin taleplerini “karşılayamazsa”, ya “başaramazsa”, ya “aşık olursa”, ya “üzülürse”… Aslında, ya gerçekten “görünür olursa”…
Tüm korkaklığımız, dürüstlükten uzak tavırlarımız, sevgiyle olan bağımız, kararlılığımız, aslında “kim” olduğumuz, flört etme şeklimizden belli oluyor.
Ve bizler, insanların kendilerini ortaya koyma şekillerini üzerimize alıyoruz. Bize “öyle” davrandığını düşünüyoruz.
Oysa kendisi “öyle.”
Davranmıyor, sadece olduğu hali sergiliyor. Korkaklığını, kararlılığını, zarafetini, neyi ne kadar var ve onu nasıl kullanıyorsa öyle. O kadar.

İlişki “eş zamanlı” yapılan bir alışveriştir ve bir anlayış, bir olgunluk gerektirdiği çok aşikardır.
Bilinçli olarak alıp verirsin, sürekli bir değiş tokuş halidir. Bu değiş tokuşun yarattığı şeydir ilişki.
Fakat şimdiye kadar geldiğimiz yerde, almak ya da vermek, aldıkça vermek, verdilerse vermek, hesaplı adım atmak, bir plan ve eski tecrübelerin yol haritalarını birleştirerek “yeni gibi görünen” eski metotlarla kendi kalbine co-pilotluk yapmak ilişki diye adlandırılıyor.
Aynı anda bir değiş tokuş hali için, zihnin bizi yöneten, korku güdümlü haritalarını ateşe atmamız gerekir.
Bunun için de cesarete ihtiyacımız var.
Korkaklıkla bir ömür geçmez!
Üzülme ihtimalinden korkulmaz, üzüleceğiz. Sevme ihtimalinden korkulmaz, seveceğiz. Yoksa, insanlığı redde gider bu iş. Nitekim ki öyle… Özelliklerimizden, zarafetimizden, kalbimizle olan bağlantılardan kopuyoruz, yavaş yavaş…

Sevişirken bile almak ve vermek! Dilimizde bile böyle.
Ne acıdır, ahenkten öte yaşanan her “alışveriş”!
Açık market: İhtiyacın olanı al, istediğin kadarını al, bedelini öde.
Oysa ortak söylenen bir şarkıdır ilişki, tek kişinin söyleyip diğerinin not verdiği veya kritik ettiği bir yer değil. Orada kakafoni varsa, bileşenlerden en az birisinin mevcudiyeti orada, samimi veya köklenmiş değildir.

Kimin arayacağı, o mesaja nasıl cevap verileceği, ilk karşılaşmada nasıl davranılacağı, hangi taktiği uygulayacağı, nerede kaçıp nerede yürüyeceği… Bu şekilde flört edip hayatı geldiği gibi yaşadığımızı söylüyorsak…
Ardımızda kocaman ışıklı tabelada yazanı dönüp okumalıyız:
“Kendine büyük yalan söylüyorsun!”
Nasıl flört ediyorsan öyle yaşıyorsun. Kaçıyorsan, ürkeksen, hayata karşı da öylesin.
Saldırgan ve cezalandırıcıysan, yaşama karşı da ilişkin öyle.
Alıngan ve küskünsen, hayata da öylesin.
Aceleci ve ısrarcıysan, emek vermektense alıp çıkmak daha kolayına geliyorsa, yaşamla olan ilişkin de aynen öyle olur. Hazır olanı beklersin…
Olana tamam deyip alan açabiliyorsan, yaşama da aynısını yapıyorsundur.
Ne kadar dürüstsen, yaşama da o kadar dürüst, ne kadar açıksan yaşama da o kadar açıksındır.
Ve yaşam da, seninle senin konuştuğun dilden konuşur. Senin sözlüğündeki kelimelerle…

Canının yanmasından korkan sayısız insan, içlerindeki açlığa da karşı koyamadığından, marketten elma, ekmek çalıp kaçma derdinde. Hepimizde az çok var bu. Bir lokma atayım ağzıma.
Bu yüzden hep anlık çarpışma ilişkileri/ilişkilenmeleri yaşıyoruz.
Sürdürülebilirliği bilmiyoruz. Emek vermeyi, özeni, zarafet ile örmeyi…
Fast food? Aynı sebepten herkes obez, herkes sağlıksız, herkes doyumsuz..
Uzun ilişkiler içinde bile böyle, duygu paylaşımına girmekten, derinleşmekten korkup ilişkiyi boy hizasını geçmeyen sularda tutmak! Bildiniz mi?

Dönüp bakalım kendimize, nerede ne kadar kendi duygumuzu ortaya koyabiliyoruz. Tüm varlığımızla kendi hissimizin arkasında durabiliyor muyuz? Yoksa bizi, korkularımız, kendimize acıyan hallerimiz mi yönetiyor?

Dürüst olabiliyor musun, kendi istek ve seçimlerinde kendine?
Flört ettiğin, ilişkilendiğin kişilere aynı dürüstlükle davranma cesaretin var mı, yoksa “niyet”, “davranış” okumalarını mı bekliyorsun?
Dürüstçe soru sorabiliyor musun? Yoksa sen de “niyet okuma” oyununa mı dahil oluyorsun?

Dürüstlük ve açıklık karşındakini ve kendini “değersizlik” çukurundan çıkarır.
Her birimiz bunu kendimize ve diğerlerine borçluyuz.
Her insan dürüstlüğü, açıklığı ve buradan gelen “zarafeti” hak eder. Netliği hak eder.
Biz de hak ediyoruz, onlar da!

İnsanlık iyi bir yere gitsin istiyorsak, iyi bir yere gidelim kendi içimizde.

İyi haftalar!

İlginizi çekebilir: Kırılganlığınızı korkusuzca açın: “Ne olursa olsun!” diyebilmek

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam