Entelektüel mütevazılık nedir: Entelektüel mütevazılığa giden 4 adım

Modadan yaşam tarzlarına, siyasetten inançlara kadar pek çok şey ile ilgili genelde herkesten daha iyi ya da daha doğru fikirlerimiz olduğuna ya da en azından çoğu insandan daha iyi olduğumuza inanıyoruz. Bu tuhaflığımızın kökenlerini iki psikolojik motivasyon şekillendiriyor. Birincisi ait olma, ikincisi ise farklı olma isteğimiz.

Bir tür olarak hayatta kalmamızı ilkine borçluyuz ve sırf bu aidiyet ihtiyacımızdan kaynaklı olarak grup içinde kalmak için elimizden geleni yapmamızı sağlayan o “derin arzu”, eski zamanlardan beridir zihinsel bağlantılarımıza yerleşmiş durumda. Diğer taraftan farklı olma ihtiyacımız sayesinde de üyesi olduğumuz grup için benzersiz ve değerli birisi haline geliyoruz.

Büründüğümüz roller açısından ise önem hiyerarşisinde üst sıralara çıkabiliyoruz. Örneğin ateş yakmayı bilen bir kişinin, böğürtlen toplamayı bilen diğer kişiden daha faydalı olduğu konusunda hemfikiriz. Dolayısıyla beynimiz her zaman ait olma ve benzersiz olma arasında bir denge kurmaya çalışıyor.

Bu psikolojimiz, beynimize yerleştirilmiş başka bir şey tarafından ise sürekli olarak kurcalanıyor: Tehdit algılama sistemimiz. Evrimsel psikolojinin artık hayatta kalmamıza yönelik en büyük tehditlerin büyük hayvanlar veya kötü iklim şartları olmadığını gösteriyor. Bunları kenetlenerek yendik. Doğayı yendikten sonra ise tehdit algılama sistemimize yeni bir düşman yerleştirdik: Diğer/Öteki İnsan. Böylece grup içi/grup dışı önyargısı denen bir şeyi de keşfetmiş olduk.

Temel olarak, bir kişiyle her karşılaştığımızda, beynimiz o kişinin güven verici olup olmadığına hızlıca karar verir. Bu yabancıya sırtımızı dönebilir miyiz? Beynimiz bunu düşünmemiz için gerekenden daha kısa bir sürede cevabını hazırlar ve bizi savaşmaya veya kaçmaya hazır bir şekilde savunmaya geçirir.

Beynimizin bu grup içi/grup dışı sınıflandırması ilkel zamanlarda faydalı olmasına rağmen günümüzde artık oldukça yargılayıcı ve ayrıştırıcı olan sorular sormamıza neden oluyor:

  • Bu kişi bana mı, yoksa aileme mi benziyor?
  • Bu kişi benim gibi mi, yoksa ailem gibi mi konuşuyor?
  • Bu kişi benim veya ailem gibi düşünüyor ve davranıyor mu?

Cevaplar hayır ise, beynimiz tehdit önleme moduna geçerek hayatta kalabilmek için o kişiyle çatışmaya veya o kişiden kaçınmaya hazırlanır. Ne yazık ki bu eski bir beyin kodlaması ve hepimizin zihin ve beden yapılarını kontrol ediyor. Ya bize benzeşen insanları güvenli grupta sınıflandırıyor ve onlara saygıyla davranıyoruz, onları dinliyor ve genellikle niyetlerine güveniyoruz ya da bizden farklı bulduğumuz insanları güvensiz olarak sınıflandırıp onlara ve fikirlerine daha az saygı gösteriyoruz.

Bugün yaşadığımız evrende artık bilinçdışımızda gerçekleşen savaş-kaç mekanizmasını bilinçli olarak geçersiz kılacak kadar geliştik.

Bize yabancı gelen insanlara ve onların farklı fikirlerine karşı ne yapacağımıza karar verme konusunda bilinçli kapasitelere sahibiz. Sonuç olarak da şu anda düşündüğümüzle örtüşmeyen bir bakış açısıyla karşılaştığımızda, ondan yeni bir şeyler öğrenip öğrenemeyeceğimizi değerlendirme fırsatımız var. Ancak kendi düşüncemize uymayan şeylere saygı duymuyorsak, bu iyi bir başlangıç olamıyor. Ve bizler en başından itibaren yeni bilgilere karşı önyargılı hale geliyoruz. Sıkıntı doğuran bu bilişsel yapımızı artık dönüştürebileceğimizin kanıtlandığı bu çağda panzehirimizin adı “entellektüel mütevazılık” olabilir.

Filozof Michel de Montaigne, “İnsanın vebası bilgisiyle övünmektir” demiş on altıncı yüzyılda. Yirmi birinci yüzyılda da halen bilgi ve fikrin bir inanç gibi savunulduğu, aksi ispatlansa da yandaş bulabildiği bir dünyada entellektüel olarak mütevazı kalabilmek elbette çok zor. Ancak inandığımız şeylerin aslında yanlış olabileceğini göz ardı ederek yaşamamızın sonuçları daha da ağır. Her zaman hatalı olma ihtimalimiz olduğunu fark ederek düşünebilirsek aslında entelektüel alçakgönüllülüğe zemin sağlayacak olan alanı da yaratabiliriz.

Entelektüel mütevazılık, kişinin bilişsel sınırlamalarının farkında olmasını, diğerlerine karşı olan sorumluluklarını sağlıklı bir şekilde tanımasını, entelektüel baskı yapmamasını ve belirli sosyal statü türlerine yönelik küçümseyici olmayan bir bakış açısına sahip olmasını anlatan bir kavram. Açık fikirlilik, yanılabilirlik duygusu ve şeylerin oluş nedenlerine karşı duyarlılık gibi özelliklerle yakından ilişkilidir. Zorlama veya manipülasyona değil nedenlere yanıt veren bir bağlama oturuyor.

Entelektüel olarak mütevazı olanlar, düşüncelerine her meydan okunduğunda pes etmezler. Bunun yerine karşıt görüşleri duymaya daha açıktırlar. Dünya görüşleriyle çelişen bilgileri ararlar. Kanıtlara daha fazla dikkat eder ve bir soruna yanlış çözüm bulduklarında daha güçlü bir öz farkındalık yakalarlar. Hatalı olduklarını kolayca kabul edebildiklerinden gerçeğe daha da fazla yaklaşacaklarını içsel olarak bilirler.

“Sabit bir zihniyete” takılı kalanlar ise genelde herkesin belirli bir zeka düzeyiyle doğduğuna ve bu nedenle insanların kendilerini geliştirmeye çalışmalarının pek bir anlamı olmadığına inanırlar. Bu inançtakiler “zaten her şeyi bildiklerini” varsayarak kibirli bir duruş sergileyebilir ve bu nedenle de çoğu zaman yeni bir şey öğrenmekten kendilerini alıkoyabilirler. Ya da tam tersine, kendilerini ezen ve hiçbir şeyde iyi olmadıklarını düşünenlerin durumu da aynıdır ve öğrenmeyle olan ilişkileri neredeyse imkansızlıklar üzerine kuruludur.

“Açık fikirlilik” haline meyleden insanlar yaşamı daha esnek, daha çok güçlendirilebilen bir kas gibi görürler. Dünyanın akış halinde olduğunu, geleceğin değişkenliğini, kişinin kendi bilgisiyle ilişkili sınırlarını ve “ortak iyiliği” destekleyen toplum yanlısı bir yönelime sahip olmayı kabul ederler.

Entelektüel mütevazılık, aslında bir anlamda “zihinsel empatidir” ve sürekli konuşmak yerine dinlemek ve ardından etkileşimlerimizi daha medeni, daha anlamlı ve katılan herkes için daha üretken kılmak için kullanmakla yakından alakalıdır.

Bizleri, insanları küçümsemeye, küçük düşürmeye ve hatta onları dışlamaya yönlendiren kapalı zihniyetler ağını devam ettirmek yerine farklılıkların, anlaşmazlıkların, uyumsuzluk veya belirsizliklerin asla bizi tehdit etmediğini kabul edebiliriz.

Kişiselleştirmemeyi hedeflemek zor ama değerli bir beceridir. Fikirlerimizi ve inançlarımızı önce oluşturur sonrasında onları haklı çıkarmak için elimizden geleni yapmaya çalışırız. Bu şekilde davranmamızın pek çok sebebi var ancak en büyük sebep, inançlarımızı kimliğimize bağlama eğiliminde olmamızdır. Bağlandığımız hatta bağımlısı olduğumuz tüm fikirlerimizi yeniden gözden geçirmenin psikolojik olarak acı verici olmasının nedeni onları kimliğimiz sanmamızdan ibarettir. Fikrimiz sorgulandığında kimliğimiz ya da var oluşumuz da sorgulanıyor gibi hissederiz.

Entelektüel alçakgönüllülüğe giden yolda üç ana zorluk görülür:

  • Aramızdaki en zekiler için bile bilişsel kör noktalar vardır. Zihinlerimiz, genellikle tersini düşünsek de bizim hayal ettiğimizden daha kusurludur. Cehaletimiz çoğu zaman görünmezlik pelerini giyer.
  • Bu muazzam zorluğun üstesinden gelip hatalarımızı anladığımızda bile, “Yanılmışım” dediğimizde cezalandırılmayacağımızı hatırlamamız gerekir. Bu rahatlığı kutlayan bir kültüre ihtiyacımız olduğu açık bir gerçek ancak tabii ki birgün de başarılamayacak kadar da emek istiyor o kültürü yaratmak. Hepimize cesur olma görevi düşüyor.
  • Ve asla dört dörtlük bir alçakgönüllülüğe ulaşamayacağız çünkü hayatta kalabilmek için dinlediğimiz hikayelerle oluşturduğumuz o egolara ihtiyacımız var. Ancak bunlara rağmen fikirlerimizi ve inançlarımızı farkındalıkla seçmeyi deneyebiliriz.

Entelektüel mütevazılığa giden yolda yapabileceklerimiz

  • Farklı bir bakış açısına sahip birine saygı duymaktır. Saygı kavramı genellikle bizim asla yapmayacağımızı düşündüğümüz şeylerle çerçevelenir, ancak asıl anlamı başkasının kendini ifade etme gücünü elinden almamaktır. Söz kesmeden dinlemek, ifade edilenleri küçümsememek; karşımızdakine dikkate değer olduğunu hissettirmektir. Karşılaştığımız bir fikir bize tiksindirici geldiğinde bunu yapmak zordur. Ya da başkalarına aynı saygıyı göstermeyen biriyle uğraşırken de aynı zorluğu yaşarız. Ancak en kaba ve insanlık dışı fikirleri ortaya atan birini dinlerken dahi herkesin ifade özgürlüğü olduğunu hatırlayabiliriz. Tabii ki insanların ahlaki olarak evrensel yapı taşları vardır. İnsan hayatını tehdit eden, kitleleri ya da bireyleri aldatan, toplumsal özgürlüğü baskı altına alan fikirlere karşı zaten elimizde büyük bir koz var. Ancak o da sadece baskı unsuru içermeyen, ilerici bir dille yazılmış ve kesin çizgilerle uygulanan bir adalet sisteminde uygulanabilir.
  • Kendi düşünce tarzımıza çok fazla güvenmemek ikinci adımdır çünkü bu kendimizi alternatif düşünme yollarına kapatmamızı engeller. Her fikrine, duygusuna ve inancına aşırı güven duyan kişi öğrenmeyi durdurur. Beynimiz, bir şey hakkında haklı olduğunda ödüllendirilmiş hisseder. Her haklı olduğumuzda birbirimizi de ödüllendiririz. Bu, beynimizdeki “her ne pahasına olursa olsun haklı” olma ihtiyacını güçlendirir. Birçok yönden, kültürümüz bize yanlış olmaktan kaçınmayı aşılar. Eğitim sistemi genel not ortalaması ile mükemmel olan öğrencileri ödüllendirir; sosyal medya kusursuz ve hatasız bir yaşam sürme yanılsaması yaratmamızı sağlar. Çocukları araştırmak ve sorgulamak yerine doğru cevapları verdikleri için överiz. Kazananları kutsarız. Birinin bir şeyleri başarmak için kullandığı o yolu tek doğru yol olarak var sayarız. Oysa olasılıklar denizinde yaşıyoruz ve çoğu şeyi bilmiyoruz.
  • Egoları entelektüel bilgiden ayırmak da denemeye değer bir yoldur. Söylemesi kolay yapması zor olsa da aslında fikirlerle ilgili fikir üretmeyi bıraktığımızda rahatça uygulayabileceğimiz bir pratiktir. Kişisel bulduğumuz şeyleri desteklemek için gerekçeler icat etmektense sadece ‘olana’ farklı açılardan bakabilmek çok daha barışçıl bir yöntemdir. Ancak önce egomuzla tanışmamız gerekir. Onun eğilimlerini tanımaya çalıştığımızda kaba bir uyanış yaşarız. Dış dünyada karşılaştığımız her kişiye, olaya ve duyguya verdiğimiz tepkiye göz attığımızda aslında egomuzla olan buluşmamız da gerçekleşir. Gerginliklerimiz, ani beden hareketlerimiz, “düşünüyorum” ifadeleri yerine “hissediyorum” ifadelerini kullandığımız yerler, yargılarımız bize onu anlatır. İşte o anları yakaladığımızda duraklayabilir ve fikirleri nasıl kişiselleştirdiğimizi fark edebiliriz.
  • Bakış açımızı yenileme isteği taşımamız da oldukça önemli. Fikrimizi değiştirmek; diğer bakış açılarını dikkate almamızı, hatalı olabileceğimizi kabul etmemizi ve fikirleri kişisel algılamamamızı sağlar. Bu noktada bakış açımızı gözden geçirmek için tanıdık olmayan yerlerde bulunmayı, hiç okumadığımız türden kitaplar okumayı, bize ters gelen fikirlere sahip olan insanlarla sohbet etmeyi deneyebiliriz. Yabancılık çektiğimiz alanlara gittiğimizde artık dünyayı gördüğümüz o mercek, değerli kimliklerimizle daha az bağlantılı hale gelir. Kendimizi kendi kültürümüzden farklı bir kültüre sahip yerlere yerleştirdiğimizde, genellikle inançlarımızla ilgili paradokslarla karşı karşıya kalırız. Bu paradokslar bilişsel esnekliğimizi geliştirecektir.

Unutulmaması gereken entelektüel olarak mütevazı olmanın, sevdiğimiz ve inandığımız fikirlerden vazgeçmek anlamına gelmediğidir. Bu sadece inançlarımızı seçerken düşünceli olmamız, onları düzeltmeye açık olmamız, onların kusurlarını araştırmamız ve kendi nedenlerimizi merak etmekten de asla vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelir. Bu bakış açısı; birlik içinde yaşayabilmemizin de temellerini atabilecek güçte bir yaklaşımdır. Kültürümüz alçakgönüllülüğü ödüllendirmese de bizler bu zinciri kırabiliriz.

Kaynaklar:

Michael P. Lynch- Intellectual Humility in Public Discourse
Shane Snow- Timeless Virtue
Brian Resnick- The importance of knowing you might be Wrong

İlginizi çekebilir: Nezaket size iyi gelecek: Nezaket sizi ve çevrenizdekileri nasıl etkiliyor?

Şerife Günaydın Karaköse Avukat & Yazar
Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve ... Devam