Duyguların rehberliği: Akışa teslim olmanın ve kendine dönüşün yolculuğu
Hepimiz dünyaya hazır rollerin içine doğuyoruz; doğru ya da yanlış öğrenmelerle örülmüş bir gerçekliğin içerisine. Bu gerçekliğin içinde kendi olmaya çalışan insan, hayatı yaşarken aydınlık ve karanlık birçok duraktan geçiyor. Tıpkı senin gibi sevgili okuyucu.
Ben bugün sana, yaşadığın hayatın ne kadarının gerçekten sana ait olduğunu sormak isterim.
İnsan ancak sevgiyle bir yerde yaşayabilir, olduğu yere köklenebilir. Yaşamında köklenmiş bir akışta mısın? Kendine dürüst bir cevap verebilmen başlangıç için çok önemli.
Hayatımızı yaşarken içimizde hissettiklerimiz, hayatı nasıl deneyimlediğimizi belirliyor: Şikâyet ederek, direnerek ya da akışta kalarak. Yaşadığın bir günde bu hallerden en çok hangisini deneyimliyorsun?
Bir düşün: Hayatında eksik, yetersiz ve yanlış gözüyle baktığın şeylerin aslında sadece o anki hâlinden doğduğunu bilseydin ne yapardın? Hâlâ oraya direnmeye devam eder miydin? Yaşamını durdurur muydun? Yoksa hepsini bırakıp, içsel bir esneklikle hayatın seni taşımasına izin verecek bir seçim mi yapardın?
Bugün, en önemli yaşam becerisi haline gelen kavram; kendine rağmen devam edebilme, yeniden başlama, yani ”yılmazlık” becerisidir. Her seferinde zihnin “zor” dediğinden esneyerek ve dirençten sıyrılarak geçebilmek… İşte bu geçiş bizim gücümüzü bulmamıza sebep olur ve hayatımızı yeniden şekillendirme becerisini elimize verir.
Hepimiz hayatımızın bir döneminde, kendimiz sandığımız benliğin esiriyken dışarıdan bir kurtarıcı beklemiş olabiliriz. Fakat güven, sevgi ve huzurun dışarıdan gelmediğini fark ettiğimizde, artık beklentiye girmeyi ve dışarıyı suçlamayı bıraktığımız bir alana geçeriz. Gelen bu idrak ile aslında tek başınalığımızı kavrar ve kendimize döneriz.
Bu dönüş, içimize bakma cesaretine giden yolun başlangıcıdır.

Bu duygular ve düşünceler ilk başta bize korkutucu gelebilir. Çünkü her birimizin içinde görülmeyi bekleyen kırılgan, öfkeli, yetersiz hisseden parçalar ve bu parçalardan yükselen sesler olabilir. İnsanların ortak yanı da burasıdır. Bunları hissetmek, kimi zaman zor, kimi zaman güzel ama her zaman bize bir şeyler anlatmaya çalışan içsel bir harekettir.
İçimizden yükselen her his, aslında “Ben buradayım. Gör beni, kapsa ve bütünleşelim,” der. Ayrıca bize, bizle ilgili anlatacakları vardır.
Korku duygumuz henüz hazır olmadığımız bir kapının önünde durduğumuzu; öfkemiz istemediğimiz, yani değerlerimizin dışında bir şeye maruz kaldığımızı; kırgınlığımız, görülmediğimiz bir yerde konumlandığımızı, sevgi ve huzur ise doğru yolda olduğumuzu anlatır.
Şunu unutma: Duygular habercidir, karar verici değil.
Eylemi seçmek yine sana aittir.
Fakat bu fısıltıları duymak bizi aktive edeceği için çoğu zaman onları bastırmayı seçeriz. Kendimizle yüzleşmekten kaçarız. İnsan zihni çoğu zaman kolayı seçmeye meyleder. Özgür olmak, itaat etmekten daha ağır bir sorumluluk sunar. Bu yüzden direnç tam da bu noktada doğar.
Akması gereken akmaz, çözülmesi gereken çözülmez. Ruhumuz adeta “Ben bu yüklerle devam edemem,” der fakat biz onu duymak yerine bastırır ve kontrol etmeye çalışırız. Savunmalar, maskeler artar ve içsel savaşımız büyür. Doğru seçimler yapamayız.
Ve her seçim kendi bedelini beraberinde getirir.
Bazen bu bedel bir kayıptır.
Bazen ise kendimizden uzaklaşmak.
Yine de tüm süreç çok değerli ve insanidir. Çünkü fark etmek için önce kaybolmak, çözülmek için sıkışmak, akmak içinse taşmak gerekir.
Direncin içine gizlenen bu çağrı aslında bir dönüşüm çağrısıdır. Bu çağrı teslimiyetin kapısıdır.
Teslimiyet; bırakmak değil, kabul gücünü artırmak ve yaşam akışını kendi yaşam akışınla uyumlu hale getirmektir.
Zorlamayı bırakıp duymaya, anlamaya, kabul etmeye başladığımız noktada direnç yumuşar; duygular berraklaşır, düşünceler netleşir. Seçimler artık korkudan ve savunmalardan değil, farkındalık ve olgunluktan —yani özünden— gelir. Sezgilerin güçlenir; içsel rehberliğin gün yüzüne çıkar.
Bu deneyimler ve farkındalıklar aslında kendini gerçekleştirme yolunun irili ufaklı taşlarıdır. Bu taşları aşarak yürüdüğün bir yolda varacağın durak aslında “sensin”. İnsan bu yolda adım adım kendine yürür.
Ezcümle yaşam, bize yol göstermeye çalışan sabırlı bir rehberdir. Bu rehberliği alarak seni dönüştürecek eylemleri yapmayı seçebilirsin. Bu sebeple
İstersen onları bir fırsat gibi görür; istersen de seni durdurmaya çalışan engeller gibi görebilirsin.
İki seçimin sonucunu da yaşayacak olan sensin.
Onlar senin kuzey yıldızın; onlara bakabildiğinde, ne zaman istersen yönünü bulabilirsin.
İnsan olmanın güzelliği burada saklıdır. Hiçbir zaman tamamlanmış ve kusursuz olmak zorunda değiliz. Ne zaman istersek yeniden başlayabiliriz. Yeter ki içimizde kıpırdayan o sesi duymaya niyet edelim.
Sevgili okuyucu, belki de bu yolculuğun amacı şudur:
Eski sende dirençler eridikçe içinden doğan yeni benlik, tanrısal özüne temas eden o gerçek potansiyel daha çok görünür olur.
Bu öz, insanın en güvenilir rehberidir.
Sevgi, huzur ve şefkat gibi duyguların en saf hâllerini taşıyan bu yeni benlik, hayata daha hafif ve daha dingin bir yerden yaklaşır. Yaratıcılık yükselir.
Kişi kendini inşa sürecini yeniden başlatacak gücü bulur ve attığı her adımda insan olmanın o kırılgan ama sonsuz değerli tarafına biraz daha aşkla dokunur. Sevgiler…
İlginizi çekebilir: Kontrol etme arzumuz



