Durabilmenin farkındalığı ve yaşamın akışı
Son zamanlarda herkesin dilinde dolaşan, kimi zaman içi boşaltılmış, kimi zamansa yürekten hissedilmiş bir kelime. Ama gerçekten nedir farkındalık?
Ben, ucu bucağı olmayan, bilincimizle bağlantılı olan farkındalık kavramına “durmak” kelimesinin ışığından bakmak istiyorum. Çünkü durmak, aslında bir boşluk yaratmaktır. Bu boşlukta, önceki öğrenmelerimiz sonucu verdiğimiz otomatik tepkiler yerine, uzun vadede bizi besleyecek seçimlere yer açarız. Her duruşumuz, zihnimizi aşma ve kendiliğimize yaklaşma yolunda atılmış bir adımdır.
Bizler durmadığımızda, yani olanlara bilinç getirmediğimizde otomatik tepkilerin esiri oluruz. O tepkileri kendi gerçeğimiz sanar, başka bir seçeneğimiz olmadığına inanırız. Zihin içeriğimizin, bir nevi prangalarımızın farkında olmadığımızda da onların bize ne kadar ağır geldiğini göremeyiz. Bu farkındalık eksikliği, yaşamımızın tüm yönlerini sessizce etkiler.
Farkındalıksa konumuz benim için iç içe geçmiş iki kelime var: Yaşam ve yaşamım. Belki de “akış” kelimesi bu iki anlamın kesişim noktası. “Yaşamda durmak” ve “akış”… İlk bakışta karşıt gibi görünseler de, aslında yan yana duruyorlar. Durduğumuz takdirde yaşam akışımıza bazı mühim soruları sormak için fırsat yakalarız. Hayat ilerlerken olanlara ve kendime dair hislerim neler? Bu hislerden memnun muyum? Memnun değilsem, rotamı huzura ve gerçeğe çevirebilir miyim?

Cevap evet. Çünkü biz insanız. Durup kendine soru sorabilen, bilincini yönlendirebilen, gerekirse gerçeklerle yüzleşebilen insan, kendi gücünü eline alır ve yürümeye başlar; hem kendine, hem de “kendini” bilmeye.
Nihayetinde insan, durağan bir varlık değildir; değişkendir. Ama dirençler onu sabit kalmaya zorlayabilir. Sabitlik ise yavaş yavaş körelmektir; karanlığa esir düşmektir. Oysa aydınlık, yanı başımızda sessizce beklemektedir.
Sözün özü, durmak; yaşam motifimizi -aydınlık ve karanlık renkleriyle- bilinçli seçimlerle işlemeye devam edebilmek için gereklidir. Yavaşladığımızda olanları gözlemlemeye başlarız. Esasında deneyimlerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz bize görmemiz gereken konuları işaret eder. Yaşadıklarımız ve de hislerimiz adeta bir pusuladır. Elbette görmek isteyene…
Ne var ki olgunlaşmamış yönlerimiz çoğu zaman biricik hayatımıza bu bakışı atmamızı engelleyebilir. İşte tehlike tam da burada başlar: Yaşadığınız hayat, sizin olmayabilir. İçinde bulunduğunuz yaşam, aslında hiç yaşamadığınız bir hayat olabilir. Bu yüzden yavaşlamak, sorular sormak ve gözlemlemek; yolumuzu pişmanlık taşlarıyla değil, sevgi çiçekleriyle döşememizi sağlar. Ve bu, sadece küçücük kararlarla mümkün hale gelir. İşte bilinçli olarak verdiğin bu kararlar, hayatına sarılmak, “Ben buradayım.” diyebilmektir. Bu, kendi yaşamının sorumluluğunu almak, kendi olma yolunda yürümek demektir.
Elbette bu yolculukta şefkat ve destek olmazsa olmazdır. Bir kolaylaştırıcıya, bir eşlikçiye ihtiyaç duyarsın. Kendinden sıyrılmak kolay bir iş değildir. Yolda düşüşler, korkular, karanlıklar ve kendi içindeki canavarlar olabilir. Ama bir gün yemyeşil ağaçlar, güneşli günlerde seni karşılayabilir. O zaman, karanlıkta korkma. “Buradayım.” diyecek biri olmalı. “Tekrar dene.” diyecek, düştüğünde elinden tutacak… Ya da önüne güneşli yollar çıktığında, “Yürü, hak ettin.” diye seni onurlandıracak, gerçekçi ve samimi bir eşlikçi…
Peki, kimdir bu eşlikçi? Sensin. Yolcu sensin, yardımcın da sensin. Yol yürürken bütün bu desteği, sevgiyi, hoşgörüyü içinde taşıdığını da fark edebilir misin?
Bu yolculuk, kendine teslim olma ve kendi gücüne uyanma yolculuğudur. Ve unutma, durmak geride kalmak değil; kendin olmaya alan açmaktır. O yüzden dur ve izin ver… Bu yolun ışığı sensin.
Sevginle…



