Çizdim, küstüm, kırıldım: Oynamıyorum dediğimiz hayat, bugün yeni baştan

Hayata dair inançlarımıza bakış açımıza biraz derinden yönelelim istiyorum sizlerle bu yazımda. Vardır hepimizin bir “cinnet” anı… Vardır hepimizin “hayat beni neden yoruyorsun?” diye haykırdığımız zamanlarımız… Vardır hepimizin “ben bunu hak etmek için ne yaptım?” diye sorguladığımız zamanlarımız… İşte o anlarda saklıdır cevaplarımız… İşte o anlardır öyle büyük kararlar verdiğimiz, daha da bu yolu yürümüyorum dediğimiz… Ya da tam tersi ben bu yolu yürüyorum ve yürümekten de hiç ama hiç korkmuyorum dediğimiz… O anlardır bizim “dönüm noktalarımız”…

Ben biraz daha kendimize bakalım istiyorum, kolay olmayacak biliyorum ama biraz daha samimi sorular soralım kendi kendimize. En son çizdim, küstüm, kırıldım; hayat ben hep haksızlıklarla karşılaşıyorum dediğimiz zamana… Kendimizi “istediğimizin” neden bir türlü bize verilmiyor olduğunu düşünürken bulduğumuz anlara… Kendi kendimize “ben bunu hak etmiyorsam” kim hak ediyor diye sorguladığımız anlara…

Hayata kırılırız, hayata küseriz, hayata kızarız, hayata söyleniriz, hayata hayıflanırız, hayata pişman oluruz, hayata isyan ederiz… Gelin biraz daha yakından bakalım “hayat” gerçekte bize ne yapmaktadır? Doğaya çevirelim gözlerimizi, tek bir ağaç gördünüz mü yaprak döktüğü için “kötüye” giden? Tek bir çiçek gördünüz mü sarı açmadığı için çirkin diyebileceğimiz? Tek bir yaratılmış ile karşılaştınız mı “gerçekten” ihtiyacı olan şeylerle donatılmamış, bu özelliklerin kendine verilmemiş olduğu? Tek bir yağmur damlası kokladınız mı, içinde binlerce güzelliği toplamamış sırf “kar” formuna dönüşmemiş olduğu için “eksik” olan, bunu eksiklik sayıp fa hayata küsen, kırılan, çizdim diyen; hayatını değersiz gören?

Yine soralım kendi kendimize bizler, en soğuk kış gününde bile tek bir ağaç gördük mü halinden memnun olmayan, yağan karı kaldıramadığı için şikayet eden, onun güzelliğini görmek yerine ben buna daha fazla katlanamıyorum, niye istediğim güneş çıkmıyor diye kendi kendine hayıflanan?

Fakat bizler nasıl davranıyoruz? Bizler ne kadar sabır edebiliyoruz? Bizler için durum nasıl değişiyor? Doğal olanın olmasına bile izin vermeden “öyle mi, böyle mi, istedim olmadı, söyledim gelmedi, ısrar ettim duyulmadı” diye düşünmeyi tercih etmek yerine en son ne zaman “olan en hayırlıdır, ben tüm doğa ve bugüne kadar yaşadığım her şeyde olduğu gibi en iyi en hayırlı en doğru olanla sarmalandım” demeyi tercih ettik? Bizler en son ne zaman “tehlikede”, “eksik”, “azımsanmış”, “değersizleştirilmiş” hissetmek yerine en son ne zaman “gerçekten” özümüzün özüne vararak akışın güzelliğini fark edebildik?

İşte hayatta “oluşumuz” sadece baktığımız yere göre değişir. Bu bir projektörden çıkan ışık ile şekillenen görüntü gibidir. Eğer kırmızı ışık tutarsak, “görebileceğimiz” imaj kırmızı olur, eksiklik üzere odaklandığımızda aldığımız “eksiklik” görüşüdür. Ya mavi bir ışık tuttuğumuzda, bu ışığın güzelliğine, gözümüze düşenlerin muhteşemliğine odaklanırsak ortada “bir eksik” kalacak mıdır?

Hayatımızın eksik olması sadece “bizlerin” tanımladığımız bir durum değil midir? Bir ağaç olduğumuzu düşündüğümüzde, sırf şu anda ilkbahar mevsiminde değil diye kendini “değersiz” bir ağaç olarak görmek yoluna gider miydik? Büyümekten, açmaktan, can-ım ilkbahar güneşinin elbet bizi ısıtacağına inanmaktan vazgeçer miydik? Güvenmek yerine “tek başımıza kalmayı” inanmak yerine “hayıflanmayı” sabredip görmek yerine “terk edip gitmeyi” ve en önemlisi sevmek yerine “endişe etmeyi” seçebilir miydik?

Bugün bu yazımda bana eşlik eden sen, hayatını hangi şekilde “bitirmektesin?”… Hangi cümlelerle kendi kendi değersiz olduğuna bu dünyada istediklerinin olmadığına duyulmadığına görülmediğine inandırmaktasın? İhtiyacın olan her şeyin ama her bir şeyin, sana tam zamanında geleceğine neden inanmıyorsun? Tüm kainatı bu muazzam “düzende” devam ettiren bir güç var ise, bu güç neden senden uzak dursun? Aynı “muazzamlığı” neden kendi hayatında görmekten kaçınmaktasın?

Bugün bir değişiklik yapalım, çizmeyi, küsmeyi, kırılmayı bir kenara bırakalım ve kendi kendimize yeniden düşünelim; her şey mükemmel ve her şey tam olarak olması gerektiği gibi. Ben bu hayatta bu dünyada bu zamanda her daim korunurum, gözetilirim, muazzam düzenin muazzam bir yapı taşı olarak nefes alırım, ay gibi güneş gibi dünya gibi kocaman bir evrenim var ve ben bu evrenin en değerli varlığıyım, benim hayatım bir tane, biricik ve çok kıymetli… Ben bugün, şu anda, hayatla barışığım…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam