Bu döngüyü kırmak gerek: Şiddeti besleyip şiddetten beslenmeyin

Yaşamın her alanında bütün sağlıklı (!) insanların ortak özelliği şiddetin engellenmesi gerektiği konusunda hemfikir olmalarıdır. Şiddeti, psikolojik, duygusal ya da fiziksel şiddet olarak sınıflandırmak da mümkündür. Hepsinin ortak noktası zarar vermeleridir. Fakat kime?

“Kendisini ya da bir başka canlıyı incitme hali” olan şiddetin tanımı, insanın kendisini en üstün canlı olarak görmesi ile dönüşerek “insanın kendisini veya bir başka İNSANI incitme hali” şeklinde algılarda değiştirilmiştir.

İnsanların hayvanları giyilecek, yenilecek, binilecek, eğlenilecek ya da sevilecek hayvanlar şeklinde sınıflandırması, kendisini egolarının tutsaklığından azad edememesinden, belki de etmek istememesinden kaynaklanır. Şiddetsiz bir toplum isteyip, tecavüz, gasp, cinayet kavramları bir insana uygulanıp gözler önüne serildiğinde “ah ah, vah vah” olan toplum, aynı kavramlar milyonlarca hayvanın başına her gün geldiğinde tepkilerini “dinimizin emri, hayvanlar bizim için varlar, doğamız bu” şeklinde değiştirirler. Fakat şiddeti besleyip, besleyip büyüttükleri şiddetten de beslenirler.

Sorsan herkesin ekoloji ile ilgili bir fikri ve isyanı vardır. Doğayı korumanın atık yağları ayırıp ilgili birimlere teslim etmekten ibaret olduğunu düşünen insanlar, içerisinde deniz canlıları için öldürücü olan zararlı kimyasallar bulunan temizlik ürünlerini kullanırken deniz canlılarını önemsemezler. Daha da ironik olanı, deniz canlılarını yerler!

Toplumumuzda insanlar; Hindistan’da kutsal olan ineği kesip yiyebiliyorken, Yulin festivalinde köpeği kesip yiyen insanlara cani diye bakar, konsolosluk önlerinde protesto düzenleyip festivalin kaldırılması için imza toplarlar. Çünkü inek yenir; ineğin gözlerinin, annelik duygularının, acı reseptörlerinin, endişe ve korkularının, tüm canlılarda olan hayatta kalma mücadelesinin ve hakkının oluyor olması -tıpkı bir köpek gibi- önemli değildir. Oysa köpek öyle midir? Köpekler bir inekten kütle ve anatomik özellikler dışında hiçbir canlılık özelliği ile ayrılmamasına rağmen onlar bizim arkadaşımızdır. Sevilecek hayvan kategorisindedir, yani yenmez.

Faroe adalarında yılda 950 balinanın ekilebilir tarım arazisinin olmaması bahanesi ile kıyıya sürülüp okyanusu kırmızıya boyayacak şekilde katlediliyor olması hiçbir sorun teşkil etmezken, çocuklarına “her zaman başka bir yolu daha vardır” felsefesini aşılarlar.

Hindistan’ın Sirugumi kasabasında fare ile beslenen aileler dışlananlar kategorisinde değerlendirilirken Türkiye’de kuzu eti ile beslenmek insanın toplumdaki statüsünü belirler. İplerinin ekonominin elinde olduğu sağlık sektörü ile ilgili gerçeklere gözlerini kapatıp hayvansal gıdaların vücut için gerekli besinleri içerdiğini ve tüketilmediği taktirde hastalıklara yol açabileceğini savunan insanlar en fazla HT, Kalp krizi, DM, GİS sorunları yaşayan insanlardır. Ama bu gerçeği de kabul etmezler, büyük büyük dedesinden kalma genetik hastalıklardır bunların hepsi, annelerinde de vardır kesin.

Küresel ısınma, yağmur ormanları, ekolojik ayak izi herkesin ağzına sakız olmuşken bu konular ile ilgili bireysel olarak ne yaptığı sorulduğunda tek başına hiçbir şeyi düzeltemeyecek kadar kendisini yetersiz görürler ve bağımlılıklarından özgürleşmek yerine hayvancılık sektörünü desteklemeye devam ederler.

Çocuklarına iyi bir gelecek, şiddetsiz bir dünya bırakmak tek derdi olan insanlarca, küresel ısınmaya en çok sebep olan nedenler arasında fosil yakıtların yakılması (kömür, petrol ve doğal gaz) gösterilirken araç kullanımı prestij meselesidir. Dahası toplu taşıma kullanan insanları küçümser, bisiklet kullanan insanların üzerine araç sürüp hakaret ederler. Ama çevrecidirler, evlerinde mutlaka bir deve tabanı vardır.

Sürekli kendisi ile çelişen, kendisine karşı dürüst olmayan insanlar kendi yazdıkları masalın içerisinde yaşarlar. Gerçeklerden uzak ve bilmek istemez bir haldedirler. Doğaya ve doğanın bir parçası olan hayvanlara zarar vererek yok etmenin, öldürmenin yarattığı adrenalinin cazibesine kapılıp, var etmenin ve yaşatmanın yarattığı serotoninin tadına bakamazlar.

Şiddet eğilimi ve eylemleri toplumların en ölümcül hastalığıdır. İnsanlar kendisine karşı dürüst olmamaya devam ettiği sürece bu hastalık kendilerini, sevdiklerini ve doğayı yok etme yolunda ilerlemeye devam edecektir.

Canan Yavuz
Toplumun ötekileştirmesinden, etiketlemesinden ve dogmalarından yorulmuş; kimine göre insan, kimine göre ‘kadın’, kimilerine göre ise vegan, minimalist, yoga öğreticisi.. Özünde; evrenin gücünü yadsımayan, her ... Devam