Bizi iki şey anlatır: Sabır ve tavır

“Seni iki şey anlatır: Hiçbir şeyin yokken gösterdiğin sabır, her şeyin varken sergilediğin tavır.”

Mevlana Celaleddin Rumi

Bu hafta uzun süredir karşılaşmadığım bu söz ile bir şekilde yeniden karşılaştım. Bugün bu sözü sizlerle birlikte yakından inceleyelim istiyorum. Hani “Olmadı”, “Gelmedi”, “Bana ulaşmadı”, “Bana neden gelsin ki? Zaten ben hep şanssızım” diye şikayet ettiğimiz o sabırsız anlarımıza gidelim istiyorum hep birlikte…

Sonra biraz da o her şeyimiz varken (yani bizler kendimizce kendimizi “tam” olarak görürken) gösterdiğimiz tavıra değinelim istiyorum. Örneğin bindiğimiz takside sadece bir taksi şöforü diye düşünerek bir kelime bile paylaşmaktan çekindiğimiz amca bizlerden daha mı yarımdır? Örneğin, sadece bir işi yok diye şöyle gözümüzün ucuyla bugünkü durumunu değerlendirerek, değersiz görebildiğimiz bir kişi, yarın milyonlarla karşımıza çıktığında, o bugün gösterdiğimiz muhteşem tavrımız değişecek midir? O kişi artık bizim için sırf milyonları var diye daha mı kıymetli olacaktır?

Öncelikle sabırdan başlıyoruz. Neden bir şeyler henüz gerçekleşmekteyken, gerçekleşme yolundayken, bize doğru yaklaşıyorken, ısrarla olmayana, gelmeyene, şu andaki kısıtlılık görüşüne odaklanırız? Aslında bu daha çok kendimizi nasıl tanımladığımız ile kesişiyor. Daha genç olduğum yıllarda, özellikle para ile ilgili konularda o gün elimde o miktar olmasa da hiçbir konuda “yapamayacağımı” düşünmedim. Asla yok, az, bulunmaz, neden bende yok, sabırsızlığına girmedim. Ve öyle bir akış her daim bana ulaştı ki borç ile de olsa, adeta bir hediye gibi her seferinde “ne istiyorsam” gerçekten yapabildim. Ve bu süre boyunca sabırla, gerçekten sabırla ve bana bahşedileceğini bilerek ilerledim.

Bu yüzden sabır kavramının hayatımızda çok büyük bir kıymeti olduğuna inanıyorum. Bu, bugün içerisinde bulunduğumuz durumu görmezden gelmek değildir, bu bugün içerisinde bulunduğumuz durumun “mutlak bir hareket içerisinde olduğunu” gerçekten bilmektir. Bu, zamanın ilerlemekte, bizim için değişmekte ve tam olarak vakti geldiğinde de karşımıza çıkacak olanları hazırlamakta olduğuna kalpten inanmaktır. Sabır, var olana teşekkür ederek ve var olmasını istediğimize de şükrederek, akışa teslim olmaktır. Bugün “yok” diye, “az” diye hayıflanmak yerine, her daim var olanla bir olduğumuzu bilerek, sadece “olmasına” süre vermektir.

Şimdi gelin biraz da tavır hakkında dertleşelim. Evet, her şeyimiz olduğunda gösterdiğimiz tavır. Neden X maaş aldığımızda dünyanın en büyük insanına dönüşüveririz? Neden Y tane evimiz olduğunda bizden daha mutlusu daha mükemmeli, daha “diğerlerine yukarıdan bakma eğilimlisi” yoktur? Neden A marka arabaya bindiğimizde, aracımızın markası bizim kim olduğumuzu herkese anlatmalıdır? Neden öyle kimse kolay kolay bizim olduğumuz yere erişememelidir örneğin?

İşte tavır dediğimiz budur. Her şeyin bizim olduğunu sandığımız o anlarda hatırlamamız gereken, her şeyin sadece geçici sahibi olduğumuzdur. Bunu hatırladığımızda sokakta bizim kadar maaş almayan insandan da, daha az sayıda evi olan kişiden de, bizim gbi o muhteşem (!) A marka arabaya binemeyen teyzeden de bir farkımız, daha da ötesinde (!) bir fazlamız olmadığını hatırlamış oluruz.

Bu konuda Mevlana’nın Mesnevi isimli eserinde çok sevdiğim (ve her zaman kendime hatırlattığım!) bir hikayesi vardır. Buradan kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum. Eski zamanlarda bir padişah, bir sadrazam alıyor. Sadrazam her gün aynı saatte sarayda bir odaya giriyor, uzun saatler burada kalıyor. Diğer sadrazamlar adamı kıskanıyor ve padişahı bu sadrazama karşı kışkırtıyorlar: “O odada ne yapıyor, gizli hazinelerini mi saklıyor, o odada bizim görmediğimiz ne var?” Bunun gibi sorularla sadrazam hakkında dedikodu yayıyorlar.

Sonunda bir gün padişah öyle çok doluyor ki sadrazamı çağırıp, o odayı açmasını istiyor. Adam ısrarla açmayacağını söylüyor. Sonunda odanın kapısını adamlarına açtırıyor padişah. Odada ne görüyor dersiniz? Bomboş duvarlar, bir kirli yelek, bir boş tas ve bir tesbih. “Bu ne?” diyor sadrazama, adam cevap veriyor: “Her gün buraya geliyorum ki nereden geldiğimi, kim olduğumu ve nereye gideceğimi unutmayayım.’’

Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız hayatınıza bakmanızı dilerim, sabır ve tavır size nasıl eşlik ediyor? Değiştirebileceğimiz şeyler var mıdır? Daha fazla sabır ve daha hoş bir tavır sergilememiz bu kadar zor mudur? Cevabı, padişah hikayemizde olduğu üzere, hep bizimle. O sadrazamın girdiği oda gibi kalbimizde oluşturduğumuz odamızda saklı cevap!

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam