Kimi ne ile yargılıyorsan kendine itiraf et; o “sensin”

Çok kolaydır değil mi, sadece bir dakikamızı alır, “aldatmış ne ayıp şey” deriz veya “beni nasıl da kandırmış” diye düşünebiliriz. Dışarıdan öylece bakar ve “nasıl da başarısız oldu, oysa çok kolay bir işi bile yapamıyor” diye yargımızı oluşturuveririz. Tabi ki bu kadarı ile bitmez, öyle örneklerimiz vardır ki, bir gün boyunca kendimizi izlesek binlerce belki onbinlerce “yargı” cümlesi geçiverir aklımızdan…

“Beni hiç aramdı, unuttu mu” diyebiliriz, “bu maaş ile bu kadar çok alışverişi nasıl yapabiliyor, çok para harcıyor”, “her sabah spor salonuna gitmekten yorulmuyor mu belki de ilgileneceği bir ailesi yoktur” veya “benimle değil arkadaşları ile tatile çıkmak istiyor, beni yeterince sevmiyor, sevseydi sadece benimle olmak isterdi” veya bu cümlelere çok benzer birçok örnek… Ortak nokta nerede? Ben bu yazımda işte kurduğumuz tüm bu “yargı” cümlelerine bambaşka bir noktadan bakalım istiyorum, en çok bizleri ne rahatsız ediyor yani hangi noktayı çok fazla yargılıyoruz, ayıplıyoruz, sorguluyoruz, bilmeden yorumda bulunuyoruz?

Ben hemen kendimden örnek vermek istiyorum, evet yaşadıklarım dolayısı ile en fazla sorguladığım nokta veya son dönemde bunu oldukça fazla değiştirmeye çalışsam da “ilişkiler” evet kadın erkek ilişkileri ve burada yapılan tercihler. Biraz paylaşmak istiyorum bakın içimden neler ama neler geçiyormuş… Ben “korumacı” mesajlarla yetiştim yani ilişkiler anlamında hep “kendimi kollamam, kendimi korumam, kendimi savunmam” gerektiğine inandım. Bu yüzden öncelikle “hemen yakınlık” kurmakta zorlanıyordum, yani mutlaka önce “soğuk” durup kendin gibi olmayacaksın, sonra ancak yakın bir insan olabilirsin. Peki ilk yargımı tespit işte tam bu noktada geliyor, örneğin yeni biri ile tanıştım bana samimiyet gösterdiğinde yargılar uçuşmaya başlıyor “samimi değil, beni kandırmaya çalışıyor, yalan söylüyor, niyeti nedir, bence hemen yakınlık gösteriyorsa mutlaka bir beklentisi vardır, bir insan nasıl bu derece sıcakkanlı olabilir” gibi sadece ve sadece o insanın “arkadaş” olmasına ve kendi gibi olmasına izin vermek yerine bakın nasıl da yargılıyorum…

Devam edelim, tabiki sadece bu kadar ile kalmıyor. Şöyle bir örnek, bir kişi bana güzel olduğum için kadın olduğum için sadece olduğum gibi olduğum için iltifat ediyor, bu konu ile ilişkili bir söz söylüyor veya yorumda bulunuyor; bakın yargılamalar ardı ardına geliyor “şu an bunu söylemesine ne gerek var, beni tanımıyor bile, bu konudan bahsediyorsa kesin bir beklenti içerisinde, neden bunu bana tekrar tekrar söylüyor ne istiyor” gibi yine bir kişinin sadece “güzel bir söz” olarak gerçekleştirdiği kendi olmak eylemi ne kadar çok yargıya maruz kalıyor…

Tabi ki daha ciddi boyutlu noktalara işte yavaş yavaş geliyoruz. Daha çok yeni yaşadığım bir deneyim, sadece uzun ilişkilerin doğru ilişkiler olduğu yargım ile ilgili. Evet, hayatımdaki en kısa ilişkimi başladım ve bitirdim; bunu uzun uzun düşündüm “kötü bir şey yaptım, başarısız oldum, neden beni istemedi, neden ben onu istemeye devam etmedim, böyle olacağını bile bile neden devam ediyorsun, iyi oldu daha fazla üzmesine izin verme” gibi yine yargılamanın derinliklerinde kaybolmuş, kim haklı analizlerinin dalgalarında boğulmuş ve yaşananı “olduğu gibi kabul etmek” güzelliğinin elinden kayıp gittiğini göremeyen bir ben vardı karşımda…

Evet, hayatıma giren insanlar yıllarca benimle olmuş olabilirdi ama son iki hafta bana birçok şeyi öğretti, bugün neyi sevdiğimi, neyi sevmediğimi, ne istediğimi, gerçek bir ilişkide neyin olup neyin olamayacağını, 33 yaşımda bir Pınar iken aşkı aramanın hala içimde açmaya devam ettiğini ve en önemlisi kendi değerimi anlamak için başka kimseye ihtiyacımın olmadığı açık gerçeğini… İşte ben tüm o “yargılamalarımı” o karşı tarafın hareketlerine, seçimlerine, yaptıklarına ve “sadece kendi gibi olmasına” yönlendirdiğim o muhteşem yargılarımı bıraktığımda geriye sadece şükür ve yola devam isteği kalıyor…

İşte bizler aslında her an neyi yargılamaktaysak, yani gerçekten detaylarını bilmeden örneğin eşini aldatmış bir adam hakkında direk olarak “ahlaksız” diyebiliyorsak, gerçeği bilmeden, adamın ne yaşadığını, o koşullara geliş hikayesini, belki yanlış yaparak öğrenmesi gerektiği gerçeğini, belki bir gün zorla evlenmiş olduğu gerçeğini veya sadece her insan gibi “aşık olmuş” olabileceğini bir kenara bırakarak sadece ve direk olarak “ahlaksız” yargısı ile bir kişiyi etiketleyebiliyorsak bu aslında kendimizdeki bir açık ile ilişkilidir… Belki korkuyoruz yüzleşmekten, belki kendimize karşı acımasız olmamız gereken yerde sadece başkalarını suçlayıveriyoruz veya belki de içimizde kopan fırtınaları o kişi kadar dürüstçe ifade edemiyoruzdur…

Farkında olmadığımız bir diğer gerçek ise yargılamalarımızın aslında bir çeşit “karşılaştırma” olduğu gerçeğidir. Yani yargıladığımızda aslında “aynı durumda ben olsaydım ne yapardım” için de cevap oluşturmaktayızdır… Bir önceki paragrafta “ahlaksız” olarak değerlendirdiğimiz için şu cevabı vermekteyizdir aslında “ben olsaydım böyle bir şey yapmazdım yani ihanet etmezdim”. Peki bunu cümle olarak söyleyebilmek bu kadar kolayken “gerçekten” aynı akışı yaşamış olsak, aynı koşullarda kalmış olsak ve o hiç bilmediğimiz tüm dersleri almak zorunda olsak gerçekten “yapmaz mıydık”?… İşte gerçek soru burada önümüze çıkar, gerçekten de bunu “yaşamadan bilemeyiz” ama yargımız işte biz “yaşamadan da” oradadır. Bu yüzden, aslında başka birinde gördüğümüz ve “yargıladığımız” ne var ise bizim ile ilişkilidir, aslında dönüp bu anlamda “kendimize” hayatın önümüze çıkardıklarına ve kendi tercihlerimizin ne olduğuna bakmamız gerekir.

Bugün bu yazımda bana eşlik etmekte olan sevgili sen, olduğun gibi ne yaşadın ne yaşamadın ne değiştirdin ne yaşamaktan pişman oldun ne yaşadın da başarısız oldun ne oldun isen kimse seni “yargılayamaz” ve aynı şekilde senin tüm “yargıların da” ancak seni gösterebilir, başka biri sadece senin “yargın” gereği gerçekten iyi, gerçekten kötü, gerçekten dürüst, gerçekten yalancı veya gerçekten ahlaksız olamaz… O sadece olur, hayattır, hayatın onu getirdiği noktada o da dersini almaktadır ve bu dünyadan geçmektedir… İşte durum bu kadar basittir…

Şimdi tekrar düşün, sen onu “yargılarken” gerçekten ne olduğunu bilebilir misin veya sadece hayat yolunda güzellikler dileyerek hayatından geçmekle çok daha büyük bir adım atmış olabilir misin?

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam