Yarı turistik yarı gastronomik bir gezi: Üsküp ve Ohrid

Size biraz Ohrid’i övmeye geldim! Makedonya, başkenti Üsküp ile ön plana çıksa da kesinlikle Ohrid her açıdan görülmeyi ve övülmeyi hak ediyor… Bayram tatili olması ve vize istememesi nedeniyle giderken çok kalabalık olur mu diye endişe ile yola çıksak da korktuğumuz gibi olmadı. Makedonya, yemeye, içmeye, yürümeye ve doğaya doymak için kesinlikle harika bir rota…

Günde 20 binden fazla adım atmamış olmamıza rağmen, bir kilocuk bile veremeden dönmüş olmamızın sebebi ise harika mutfağı. Üsküp’ün börekleri, trileçesi, köftesi, birası bir kenara, Ohrid’in İtalya’yı kıskandıracak restoranları diğer yana… Enfes lezzetler için denediğimiz mekanlardan birazdan bahsedeceğim, önce kısaca şehir turumuza ve Makedonya içerisindeki rotamıza değineyim.

Heykeller şehri: Üsküp

İlk durağımız Üsküp’tü ve konaklama konusunda biz şanslıydık, merkeze o kadar yakındık ki her yere 10-15 dakika yürüyerek tüm sergileri, müzeleri, camileri, kiliseleri, turistik yerleri elimizle koymuş gibi bulduk. Zaten bulunmayacak gibi de değil, kendinizi meşhur heykellerin oraya, köprülerinin olduğu yere bırakın, yollar sizi tüm görülmesi gereken yerlere ulaştırır, emin olun.

Türk lirasının hala değerli olduğu ender ülkelerden biri olan Makedonya, hesap kitap yapmadan, dolar-euro hesaplamadan gönlünüzce yemek yiyebileceğiniz bulunmaz bir fırsat diyebilirim. Gezilmesi gereken önemli yerleri için Uplifers’ın Balkanlar’ın incisi: Makedonya gezi rehberi yazısına göz atabilirsiniz, önemli yerlerin hepsi yazıda mevcut. Ben biraz daha yemek odaklı konuşacağım, çünkü hala o enfes tatlar damağımda.

Makedonya’nın meşhur köftesi için herkesin önerdiği Destan’a gidecekken kendimizi tam Destan’ın karşısındaki başka bir mekanda bulduk: Snoshti Minav. Porsiyon konusunda oldukça cömert davranıyor Makedonlar 🙂 Köfteler, salatalar, bir porsiyon ile bile iki kişiyi doyurabilir. Ama yine de siz kişi sayısı kadar sipariş verin, kavga çıkmasın, çünkü her şey çok lezzetli!

Günlerimizi sadece yürüyerek gezmek ve sonrasında istediğimiz her şeyi yemek üzerine kurguladığımız için bizim gezimiz yarı turistik yarı gastronomik oldu diyebiliriz. Üsküp’te yine porsiyonları ile önce göz doyuran, sonra lezzetleri ile damak şenlendiren bir başka mekan ise Kolektiv. Hemen meydanda. En turistik mekanlardan biri olarak da düşünebilirsiniz ama ona rağmen fiyatlar öyle uçuk değil. Hele ki Türkiye ile karşılaştırılacak gibi hiç değil. Menüde ne ararsanız var, ister tavuk ister köfte ister pizza ister makarna isterseniz de atıştırmalıklar… Kokteyl konusunda da oldukça başarılılar. Lezzetsiz herhangi bir şeye denk gelmeniz neredeyse imkansız. Meydanı takip eden yolun sonunda ise bir patisserie var, o kadar taze ki, anlatmaya kelimeler yetmez. Yolunuz düşerse ‘fındık kremalı donut’ını mutlaka deneyin. Gitmişken Mother Terrasa’nın evini de ziyaret edebilirsiniz, çok yakın, 100 metre ya var ya yok. Oradan biraz daha uzaklaşırsanız akşam için Munchies Burger’a da bir uğrayabilirsiniz, kesinlikle mükemmel lezzette bir hamburger ve değişik soslarla servis edilen patates kızartmalarına bayılırsınız…

Üsküp, aslında en fazla 2 günde gezilebilecek bir şehir ama bizim gibi dağ, bayır, taş demeden gezmek, kalenin çıkılmadık yerini bırakmamak, her müzeye girmek istiyorsanız 3 gün de rahat olur. Ayrıca ‘Heykeller Şehri’ olarak anılmasının da hakkını veriyor, çünkü adım başı ilginç ve görkemli heykellerle dolu, onları da incelemek epey zaman alıyor… Bir gün bile fazla diyenler olduğunu biliyorum ama yeterince gezmediklerinden eminim… Sadece şehir müzesini, arkeoloji müzesini gezmek, oradaki tüm eserleri incelemek ve kaleye çıkmak toptan bir günü alır, e eski pazardaki her mağazaya gireyim, sıcaktan yoruldukça bir serin kahve içeyim, gün ortası bir happy hour yapayım da derseniz en iyisi 2 gün. Mükemmel güzellikteki Matka Kanyonu’na da gidecekseniz 1 gün de ona ayırın. Hatta, Matka Kanyonu’nun tamamını yürüyecekseniz ertesi günü de es vermek için ayırın, biz öyle yaptık, çünkü adım atacak halimiz kalmamıştı.

Doğa harikası bir rota: Matka Kanyonu

Matka Kanyonu, resmen bir doğa harikası! Yeşile doyuyorsunuz ama çoook dağ bayır çıkıp yoruluyorsunuz, benden söylemesi. Üsküp otogarından otobüslerle yaklaşık 40 dakikada ulaşabiliyorsunuz kanyona, ancak otobüs bizi çok yukarıda bıraktı ve kanyonun iç kısmına yani asıl yere yaklaşık 45 dakika yürüdük, gerçekten aşırı yorucuydu. Ama kesinlikle görülmeye değer manzaralarla dolu. Dilerseniz tekne turuna katılabiliyor ya da kano kiralayabiliyorsunuz. Dağın içindeki yarı merdivenli, yarı patikalı yolları takip edip gittiğiniz yere kadar ilerleyebiliyorsunuz, biz epey gittik ama sonunu göremedik, daha halimiz kalmamıştı, dönenlere sorduk gitmeseniz de olur dediler, biz de geri döndük çünkü aşırı yorulmuştuk. Kanyonun tam ortasında, hemen tekne turlarının düzenlendiği yerin yanında göle sıfır bir tane mekan var. Dilerseniz iç kısmında yemek yiyebiliyor ya da açık alanında kahve, kokteyl veya tatlı tercih edebiliyorsunuz. Fiyatlar yine aşırı pahalı değil. Hafif ve tatlı alkollü içecekleri seviyorsanız ‘pink chevrolet’i öneririm.

Matka’nın dönüş yolu da en az gidişi kadar yorucuydu ve dönüşte 25 bin adımı geçmişti saatim, gerçekten adım atacak halimiz yoktu, eve kendimizi zor attık. Ertesi gün gitmek istediğimiz birkaç yer kalmıştı ama sadece en yakın yerlere gidebildik ve sık sık kendimizi ara sokaklardaki mekanlara attık dinlenmek için. Çünkü ayaklarımız ‘bizi bırakın’ diye adeta bağırıyorlardı…

Manzaralı sokaklar, İtalyan lezzetleri ve bolca sakinlik: Ohrid

4. gün bizim istikamet Ohrid oldu. Yine Üsküp otogardan otobüsler kalkıyor ama saatleri biraz dengesiz, sabah çok erken, öğlen ve akşam birer servis var ve 3.5 saat sürüyor, çünkü trafikte çok yavaş ve sakinler, sollamak yok, hız yapmak yok, aslında 2 saatte bitebilir ama neyse. O yüzden erken çıkmak en iyisi ki Ohrid’e varınca gün bitmesin.

Ohrid otogardan merkeze yaklaşık 25 dakika bir yürüme mesafesi var ama bizim ayaklarımızda derman kalmadığı için biz taksiyle gittik, neyse ki çok tutmadı. Döviz çok hareketli olduğu için tam rakam vermiyorum ama özellikle İstanbul’dan oldukça uygun fiyatları var taksilerin diyebilirim.

Sabah erken yola koyulduğumuz için 11 gibi kalacağımız yere varmıştık, airbnb’den şurayı tuttuk, biz ilk airbnb müşterileriymişiz, o yüzden yarı yarıya bir indirimi vardı, reklam değil keşke olsa ve her hafta sonu gitsek ama 🙂 faydası olursa diye linkini ekliyorum. Aynı tarzda pek çok daire bulabilirsiniz ve hepsi hemen hemen yan yana. Fiyat/performans olarak çok iyi bir yerdi, ayrıca merkeze de (eski şehre) çok yakın, 5 dakikada her yere yürüyebiliyorsunuz, meşhur restoranları dahil… Ah o restoranlar, hemen paylaşacağım.

Vardığımız gün biz hemen hemen tüm tarihi yerleri gezdik, kiliseler, camiler, kale… Ama kalenin saatine yetişemedik, yanlış hatırlamıyorsam 4-5 gibi kapanıyordu, içerisine giremedik. Zaten benim pek gönlümde yoktu, çünkü Üsküp’teki kaleyi gezmek çok yorucuydu, bu da eksik kalsın dedim. 🙂 Müze ve kilise girişleri ise biraz pahalı ama mimarisi çoğunun çok benzer o yüzden hepsine girmeseniz de olur. 1-2 tane en büyük olanı gezmeniz yeterli olacaktır. Her tepenin ardında enfes bir manzara var. Her yer fotoğraf çekilmek için harika! Yani, kötü bir yere çıkmanız imkansız diyebilirim.

Bizim evlilik yıldönümümüze denk geldiği için güzel bir mekanda akşam yemeği için yer ayırttık. Kaneo. Göle sıfır ve tek kelimeyle enfes bir mekan, ayrıca bütçe dostu. Biz incir soslu salata, trüflü gnocchi ve bolonez soslu spagetti söyledik, bir de yerli şaraplarından. Deniz ürünleriyle arası iyi olanlar için de harika bir yer. Ben ne yazık ki hiçbir deniz ürününü yemediğim için menünün o kısmı bana hitap etmiyordu ama eşim balık çorbası da istedi. Kısacası, her damak tadına uygun bir lezzet bulmak mümkün. Atmosferi ise şahane.

 

 
 
 
 
 
Bu gönderiyi Instagram’da gör
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Kaneo-Letna Bavcha&Restaurant (@letnabavchakaneo)’in paylaştığı bir gönderi

Yemek yerken yan masamızda Türk bir aile oturuyordu ve laf lafı açtı, onlar bizden önce geldikleri için epey gezmişler ve gölde yüzmüşler. Bize bilinmeyenleri anlattılar ve asıl bombayı patlattılar: Su yılanları. Gölde ve plajda çok fazla su yılanı görmüşler ve bu bölgede sayıca çok olduklarından bahsettiler. Onlar daha anlatırken benim kafamdaki gölde yüzme planı rafa kalktı. Neredeyse 2 tam günü güneşlenip suya girmek için ayırırız derken su yılanlarından haberdar olunca ben vazgeçtim. Seneler önce eşimle Sırbistan’a gittiğimizde bir kene vakası yaşamıştık ve hastane süreci aşırı zordu. O yüzden Balkanlar’da bir vakayı daha ben kesinlikle kaldıramazdım. 🙂

Hal böyle olunca 2 gün Ohrid’de boşa çıktı, bize de daha fazla gezmesi ve tabii ki yemesi kaldı. Siz eğer su yılanlarından çekinmiyorsanız (oranın halkı epey alışmış, çocuklar bile ellerine alıp oynuyormuş, evet yılanlarla) plajlarında güzel zaman geçirebilirsiniz. Biz bol bol bir ucundan bir ucuna yürüdük. Ohrid’i iki kısım olarak değerlendirebilirsiniz; eski ve yeni şehir, o yüzden restoranları, mağazaları, güzel sokakları bol, bence hiç sıkılmazsınız.

Ohrid, biraz Balkanlar’ın İtalyası rolünü üstlenmiş gibi (tabii bu son zamanların en popüler rotası Karadağ da olabilir ama) her sokak başında bir İtalyan restoranı var diyebilirim. Pizza Nemo’da dört peynirli pizza tercih ettik, ekşi krema ile. Ve gerçekten İtalya’da yediğim ilk pizzanın tadını anımsadım diyebilirim. Kesinlikle denemenizi öneririm. Leonardo Pizza’da da aklımız kalmıştı ama biz Nemo’ya gittik, menüleri zaten neredeyse aynı ve birbirine çok yakın, artık siz hangisinin atmosferini daha çok beğenirseniz…

Bu arada Ohrid’de illaki restoranlarda oturmak zorunda da değilsiniz, sokak lezzetleri de oldukça başarılı. Göl boyunca uzanan caddede hamburgerden dilim pizzaya, börekten köfte ekmeğe kadar pek çok lezzeti bulabilirsiniz. Ayrıca şunu da söylemek de fayda var, hemen kendinizi merkezdeki mekanlara kaptırmayın, biraz ilerlemeye devam ettiğinizde, yeni yapılmış bir bisiklet ve yürüyüş yolu var, göl kıyısı boyunca, onu takip edin ve mutlaka Cuba Libre Beach&Bar’a da bir uğrayın. Kokteylleri ile ün salmış durumda ve sonsuz sayıda kokteyl yapıyorlar, manzarası ise şahane. Biz mojito denemiştik ama daha sıra dışı tatlar da menüde mevcuttu. Oradan çıkınca da yine enfes manzaraya sahip Kadmo‘da bir Türk kahvesi için. Onun bile porsiyonu çok büyük!

Uzun lafın kısası, harika lezzetleri, benzersiz manzaraları Ohrid’te bulabilirsiniz. Benim ilk gidişimdi ama son olmamasını çok istiyorum. Hatta mümkünse sezon dışında da ziyaret etmek isterim, daha sakin daha keyifli olacağından eminim…

İlginizi çekebilir: Plansızlık en iyi plan olabilir mi?

Ecem Şenyurd Efecan Psikolojik Danışman
Selam, ben Ecem! Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra çeşitli özel kurumlarda çalışıp akademi özlemiyle soluğu yine üniversitede aldım, daha öğrenilecek çok şey vardı! Mindfulness ... Devam