Sayfanın diğer tarafı: İncinen erkek çocukları

Fark ettiniz mi hiç, bir erkek hayat hikayesini anlatmaya başladığında, önce babasını anlatmaya başlıyor. İlişkisi iyi ya da kötü olsun, iletişimi mesafeli ya da sıcak olsun ya da hiç olmasın, bir erkek kendini babasını anlatarak tarif ediyor. İçgüdüsel olarak, toplum dayatmasıyla, her erkek “babasının oğlu”, her kadın “annesinin kızı” olarak tanımlıyor kendini. “Ben annemin oğluyum, ben babamın kızıyım” gibi ifadeler bizim kültürde pek sık rastlanılan bir şey değil. Gerçi son yıllarda babasının kızı olmakla övünen nice hemcinsim var, bir algının yavaş yavaş değişmekte olduğunun belirtisi, çok mutluluk verici. Annesinin oğlu olmakla ilgili biraz daha yolumuz var gibi görünüyor, kısa zamanda şahit oluruz diye umuyorum.

Bu sabah önümdeki arabanın arkasında “babamın gölgesi, annemin duası yeter…” yazıyordu, içimden “rahim gibi kutsal bir organ ancak bu kadar inkar edilir” diye düşündüm okuduğumda. Belli ki kişi kendini babasının oğlu olarak tanımlamış, annesi de spiritüel bir varlık olmuş, ona ulvi tüm anlamlar yüklenmiş, dua eden, onaylayan, şefkatli anne figürü. Bu anne yaşadığı süre boyunca oğlunu onurlandıracak şekilde davranmak zorunda, elbette kusursuz, elbette sevişmiyor.

Birini doğurduğu andan itibaren dişiliğine ait tüm özelliklerden mecburen vazgeçiyor ve tanrısal bir özellik yapışıveriyor kadına. Bir kere dişiliğini yaşayan kadın da tanrının parçası, eğer tanrılara inanıyorsan. Can veriyor, daha ötesi olabilir mi! İşte bugün, geçen hafta bahsettiğim üzere anne yarasının erkek çocuklar üzerindeki etkisini yazıyorum, ama araba arkasında, ama kalbinde, anne ilişkisiyle yüzleşmeyi tabu sayan erkek çocukları hakkında.

Erkek olmayı sevgisini sınırlı göstermek, duygularını belli etmemek, özgürce ifade ettiği zamanlarda da onlara “kız gibisin, hatta -karı- gibisin, çok ağlaksın, erkek adam böyle yapmaz, erkek dediğin şöyle olur, her durumu masaya yumruğunu koyarak çözer” denilen bir toplumda yaşıyoruz, yüzyılların algısı. Bir kız çocuğu için ağlamak, nazlanmak, kendini duygularla ifade etmek doğal sayılırken, erkek çocuğu için duygu dünyasını anlatması pek kabul edilen bir hal değil, erkek çocukları “annesini koruyacak 2. bir güç” olmak durumunda, hele babası yoksa ve anne de ondan duygusal ihtiyaçlarını karşılamasını beklediğini hissettiriyorsa, ilişki kurduğu ilk kadın için yeterli olmak zorunda kalan erkek kişisinin hayatı boyunca başka bir kadınla sağlıklı ve dengeli bir ilişki yaşaması pek mümkün değil.

Düşünün ki oğlumun pek kırılgan ve duygusal bir çocuk olduğunu biliyorum ve benim için güçlü olmak demek ağlamamak, duygularını ifade etmemek demek olduğu için ona sürekli alttan alta bu duyguların tehlikeli ve utandırıcı olduğunu hissettirmeye başladım. Bu çocuk bir noktada:

1- Duygularını ifade etmekten vazgeçiyor.

2- Benden sürekli onay almak durumunda hissettiği için bana karşı ifade edilemez bir öfke geliştirmeye başlıyor, ya benden ruhsal olarak sonsuza dek uzaklaşıyor ya da korkuyla yapışık bir halde, aynı kız çocuklarında olduğu gibi hep benim onayıma muhtaç şekilde yaşıyor.

Daha da ötesi güvensiz, başkalarıyla ilişkilerine sınır koyamayan veya hiçbir şekilde ilişki yaşamayan, duygularından kopuk, uzak, sosyal hayatı olmayan, korkak ama bu korkuyu kimi zaman öfkeyle kimi zaman kızgınlıkla maskelemeyi beceren tuhaf bir adam oluyor. Erkek olmak, tüm bu davranışlarla bağdaştırıldığı için, bunlar toplumda normal sayılıyor, adam bu davranışlarından zarar gören bir tip mi, sorun değil, halleder çünkü o bir erkek ve tüm bu olumsuz davranışlar erkek olmanın alametifarikası. Otoriter bir tipsem eşimin dostumun yanında, en üst tondan, oğlumun ne kadar annesine düşkün biri olduğunu böbürlenen böbürlene anlatıyorum.

Çocukluğum boyunca manipüle edilmiş bir tipsem de gözyaşlarım ve belirsiz alınganlıklarım oğlumu yanımda tutmaya yarayan en güçlü silahlarım. Oysa erkek çocukları da kız çocukları kadar acı çekiyor. Onların da duyguları var. Kimi anne, anneliğin içgüdüsel bir hal olduğundan, “dünyada en çok çocuğunu sevmeye” odaklanıp buna da koşulsuz sevgi (?) dediğinden, onun için türlü türlü fedakarlık yaptığı için bir noktada karşılık görmeyi bekliyor. İşte burada da koşulsuz sevginin ne olduğunu anlamak gerekiyor ama bu bambaşka bir konu.

Hem uzun süreli ve sağlıklı aşk ilişkileri, hem de  başarılı, anlamlı ve yaratıcı bir iş hayatına sahip olmaları için erkeklerin cinsel enerjilerini sahiplenmeleri de önemli. Özellikle ergenlik yıllarında, erkek çocuklarının bu enerjiyi ifade etmeleri baskılandığından ilerleyen zamanlarda bunu sağlıklı bir şekilde yaşamaları kimi erkek için biraz zor. Annesiyle ilişkisiyle yüzleşmemiş bir birey, salt seksüel enerjiyle hareket ettiğinde oldukça kısa süren veya en olduğu haliyle kabul edileceğini düşünmediği için  karşı tarafa mutlaka maddi anlamda destek olduğu ilişkiler yaşıyor, onu elinde tutsun diye.

Duygularını bastırmaya alışkın erkek, karşı taraf duygularını açtığında onu reddediyor, duygular tehlikeli sular olduğundan, dişiliğin tam da karanlık tarafını yaşayan kadınlarla beraber oluyor, aşk ilişkisinin iş ilişkisine benzediği, tarafların kendilerini kendilerinden sakladığı için birbirini de tanıyamadıkları ilişkiler. Duygularını açtığında kırılganlığının onu utandıracağını düşündüğünden, annelik yarasını yaşayan bir kadınla olduğunda, kadın da kendi kırılganlığı sebebiyle duygularını ifade etmemeyi seçiyor ve her iki taraf da tatminsiz bir şekilde kendi yollarına gidiyor.

Bazı durumlarda da bu erkek, öylesine, sırf bir kadın onu her haliyle onayladığından, annesinden alamadığı şefkati ondan aldığından, bağımlı ilişkiyi yıllarca yaşıyor. Yetişkin ama sürekli karşısındaki kadının onayına ihtiyaç duyan, eşi veya beraber olduğu kadın tarafından sürekli pohpohlanmaya ihtiyaç duyan bir erkek. Yaralı adamlar, kadınların kendisini iyileştirmesini bekliyor ama iki taraf için de felaketten farksız.

Bir keresinde bir erkek arkadaşım bana içinde kocaman bir boşluk olduğunu, bu boşluğun ne iş yaparsa yapsın, ne kadar para kazanırsa kazansın, kiminle olursa olsun dolmadığını söylemişti. O da anne yarasını yaşayan bir erkek, annesiyle ilişkisini minimum düzeyde tutan, onun duygusal fırtınalarından yorulmuş ama herhangi bir terapi veya bir eğitimi erkeklik onuru sebebiyle aklının ucuna bile getirmeyen bir erkek. Tam da bahsettiğim gibi bitik ama bağımlı bir ilişkinin pençesinde olan biri.

Kadın okuyucumun çoğunlukta olduğunu varsayarak yazıyorum, ilişki yaşatma tüccarlarının yaptığı gibi “kızlaaaaarrrrrr, bakın adamlar da en az sizin kadar yaralı, onları anlayın. Onlara bir anne şefkatiyle yaklaşın, yaralarının farkında olun ve bu yaralardan bahsetmeyin. Onların ihtiyaçları sizin ihtiyaçlarınızdan önemli, ancak bu şekilde davranırsanız bir ilişkiniz hatta kocanız olur’’ gibi uzun vadede bir işe yaramayan komik manipülasyon tekniklerinden bahsetmiyorum, demek istediğim bu değil. Hayır.

Her zaman ve en önce kişinin kendisini anlamasından yanayım. Sen, olduğun halinle, kendinden başka kimseyi şifalandırmak durumunda değilsin. Onu sevebilirsin ama bu onun duygularından sorumlu olduğun anlamına gelmiyor. Uzun süreli bir ilişki içindeysen de onun duygularından sorumlu değilsin. Beraberlik veya evlilik, senden taviz veya kendini feda etmeni gerektiren bir oluşum değil. Bir ilişki istiyorsan işe kendini sevmekle, dişiliğini onurlandırmakla başla. Adım adım ilerlediğinde karşılaşacağın güzelliklere inanamayacaksın ki zaten. Sen, kendini bulacaksın ve bir insanın hayatta başına gelecek en güzel şey; en olduğu haliyle yaşamak hayatı. Kendi olmak. Çünkü ancak kendine kavuşmuş biri dilediği hayatı yaratır ve başkalarını “anlar”.

İlginizi çekebilir: Anne yarası ve bağımlı kız çocukları

Sıla Karadoğan
İngiliz Dili Edebiyatı eğitimli, Mutfak Sanatları Akademisi programı sonrası kendi pastanesini açan bir pasta şefi, rafine şekerle vedalaşıp yalnızca kendi sevdiği şeyleri pişiren, okuyan, ... Devam