Güzelliğin en güzel hali: Sadelikle kendin olabilmek

“Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir.”
Leonardo da Vinci

Sade olmak. Sadece olmak. Olduğumuz gibi olabilmek, allayıp pullamadan, beğendirmeye çalışmadan, kendimiz dışında olanlara odaklanmadan, sadece olduğumuz gibi, yani tam anlamıyla ben olabilmek… Sade olmak, bugün sizlerle birlikte çok basit olan ve günümüz dünyasında bir o kadar da çok unutulmuş olan “sade” olmak kavramına bakalım istiyorum…

Neden unuttuk sade olmayı? Veya nerede unuttuk? Tam olarak hayatlarımızda ne değişti ve biz o diğerlerinin “like” edecekleri (!) insan olmak ister hale geldik? Bir dakika bile “gerçek” olanına bakmadan, o şeyin fotoğrafını çekip de sosyal medyada çektiğimiz haline baka baka saatler geçirebilir hale geldik? Ne zaman canım ağacın yeşilini beğenmez olduk da, onu bir de yaratılmış olandan öte teknolojik olanla değiştirir, yeşil tonunu bile olduğu gibi bırakamaz hale geldik? Ne zaman bize bahşedilmiş bu güzelliği, bu yeşilliği, bu varlığı, bu bir dilim ekmeğin kokusunu, bu bir kahvenin kırk yıllık hatırını unuttuk da, o sadeliği unutuverdik de, telefonların, ekranların, aplikasyonların ve aslında dokunamadığımız hayatların içinde yaşar olduk? Ne zaman bu kadar elimizi kolumuzu bağladı, sadelikten uzaklaştırdı bizi hayat?

Ve bizler hiç anlamadan, bakkaldan sakız almaya giderken duyduğumuz o çocuk heyecanının yerine küçücük bir cep telefonu ekranında oynayacağımız, sözlerimizi adeta kör eden oyunları koyduk? Bizler ne zaman leblebi tozunu, yaz akşamlarında yerden yüksek oynamanın hoşnutluğunu, Tarkan’ın ilk şarkıları hakkında uzun sohbetler yapmayı, sonra Kenan Doğulu’nun ilk imajını sevgiyle hatırlamayı, bir de üzerine parmaklarımızla kaset sarmak kavramını “ne günlerdi” diye yad edebilmenin güzelliklerini bir kenara bıraktık da, Instagram fotoğraflarından kendimize hiç de kendimiz olmayan bir hayat kurduk!

Neden sadece olduğumuz gibi olmak bize yetmez oldu? Kat kat rujlara, deli makyajlara ihtiyaç duyduk kendimizi ifade etmek için? O da yetmedi, üzerine ne mi yaptık? Dudaklarımız yetmedi, beğenmedik, nasıl yaratıldığımızı irdeledik, sağlığımız gerektirmese de biz, sırf o dudaklar bir başkası tarafından daha çok beğenilsin diye bıçak altına yatar olduk… Ne zaman sahip olduğumuz sade güzelliğimiz başka ellerle oldurulan o muhteşem güzellik rüyasına yenildi? Ve bizler ne zaman olduğumuz gibi olmayı, olduğumuz gibi gülmeyi, olduğumuz gibi uyanmayı, olduğumuz gibi sevmeyi, olduğumuz gibi ağlamayı unuttuk da hep ama hep o çok önemli olan profil fotoğraflarımızda hayatımızdan hiç olmadığımız kadar hoşnut gözükenler olduk?

Bizler ne zaman o doğduğumuz anın saflığını, sadeliğini, hiçbir şey olmamanın büyüklüğünü ve her şeyi aslında sadece kendimizde bulabilmenin gerçekliğini unuttuk?

Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız hayatınızda sadelik kavramına yeniden bakmanızı dilerim; ilişkilerinizde sade misiniz, giydiklerinizde, taktıklarınızda, yaşadıklarınızda, seçimlerinizde sade misiniz? “Olduğum gibiyim” diyebiliyor musunuz? Ben neredeysem, her an nasılsam, yanıltmadan, beğenilmeye çalışmadan, başkasını mutlu etmek için emek sarf etmeye odaklanmadan, “Ben sadeyim ve sadece olduğum gibiyim” diyebiliyor musunuz?

Unutmayın, siz sadece ve sadece “sade” olduğunuz için, yani tüm sadeliğinizle siz olduğunuz için zaten muhteşemsiniz!

İlginizi çekebilir: Bu hayattaki en büyük yatırım nedir: Cevap çok yakınınızda

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam