Güven alanımızdan çıktığımız o an: Korkmadan sevdiğini söyleyebilmek

Bir daha beni sevdiğini söyleme! Neden biliyor musun? Çünkü yine inanırım.” – Cemal Süreya

Tehlikeli sularda yüzmek gibidir… Daha önce hiç ayak basmadığımız bir kıtaya ilk kez dokunmak gibi… Sonra ucunu bucağını görmediğimiz kopkoyu bir ormanın önünde durup çıkışta yolun bizi nereye götüreceğini hiç bilemeden yine de geriye yürümek yerine sadece ileriye atılmak gibidir… Gece karanlığında kendi ışığımızı kendimiz bulup yine de yabancı bir şehrin sokaklarını koklamayı, bu şehrin ne rüyalar görmekte olduğunu merak etmek gibidir… Hayatın bir anda bizden aldığı bir sevginin yerine, hani elimizi ya da kolumuzu kesmişler gibi olsa da yepyeni bir sevgi için kalbimizi ve kendimizi dimdik tutmak gibidir…

Ne olur biz o muhteşem güven alanımızdan hem de sevdiğimizi söylemek üzere çıktığımızda?

Daha nasıl anlatabilirim? Sabaha kadar yazmak mümkün… Güven alanı dışına çıkmak ve en çok da bize en derinlerden dokunan aşk için, sevgi için çıkmak. Her ne olacaksa olsun “ben sevdiğimi söyleyeceğim” noktasına gelebilmek. Bu konuda sizlerden o kadar çok soru ve yorum alıyorum ki bugün bu maceraya (kendim için de oldukça zorlu bir konu) atılmaya kalkmamın sebebi budur…

Bugün sizlerle korkmadan bakalım istiyorum. Ne olur biz o muhteşem güven alanımızdan hem de sevdiğimizi söylemek üzere çıktığımızda? Öyle ince bir çizgi vardır ki burada, bir kere “Ya o da beni sevmiyorsa?” gelir, “Ya beni beğenmiyorsa, beni istemiyorsa ya başkasını düşünüyorsa?”… Veya biliriz evet başkası zaten vardır ama söyleyeceğim dersiniz. Hani dilimizin ucuna kadar gelir de kalbimizde kopan fırtınaları haykıramayız… Dışarıdan sessiz bir çöl gibi sakin gözükmektedir her şey peki ya içimiz? İçimiz öyle midir?

İşte ben sizlerle, o çok “güvenli” alanlarımızdan çıkalım istiyorum bugün. Belki bugüne kadar cesaret edemediniz, boş verdiniz, söyleme şansı bulamadınız, söylesem ne değişecek diye düşünerek bir kenara atıverdiniz, belki söylemeye çalıştınız ama olmadı… Gelin bu yazıda biz sizlerle birlikte söyleyemediklerimizi söylediğimizde neler olur, o bizim sevdiceğimiz güven alanlarımızdan sevgi için, aşk için cesaretle çıktığımızda yol bizi nerelere götürür bir bakalım.

Dışarıdan sessiz bir çöl gibi sakin gözükmektedir her şey peki ya içimiz? İçimiz öyle midir?

Genelde bu “uç” anlarda kendime hep sorarım “En kötü ne olabilir?”. Evet, soralım, sevdiğiniz kişinin karşısındasınız ve artık her şeyi geçtiniz söylemeye karar verdiniz. Endişelerinizi yani nasıl, olur mu, olmaz mı, olabilecek mi gibi tüm “soruları” geride bıraktınız (ki bu büyük bir mesafe almak demektir). Şimdi evet, o andasınız “Ben seni seviyorum” dediniz.

Zamanda bir “an” oluşturdunuz. Bu öyle özel bir andır ki, siz belki o an bunun sadece öylesine bir an olduğunu düşünürsünüz… Oysa ortada bir “sevmek” vardır, “ben seni seviyorum” cümlesi vardır. Dünya üzerinde kurabileceğiniz en derin cümleyi “kurmak” ve yüksek sesle ifade etmek cesaretini göstermişsinizdir…

Bunun, eşi benzeri olmayan bir an olduğunu yan yana sıraladığınız üç kelimeye bakmakla anlarız; “ben seni seviyorum”. Bu ifade, hayat boyu görebileceğiniz çok “özel” doğa olayları gibidir. Örneğin, bir yanardağın patlama anına eşlik etmek gibi, bir kuşun ilk kez yumurtadan çıkışına tanık olmak gibi, kutuplarda gecenin gelişini beklemek gibi, bir tayın doğduktan sonra ilk kez ayaklarının üzerine doğrulmasında var olmak gibi…

Genelde bu “uç” anlarda kendime hep sorarım “En kötü ne olabilir?”

Oysa çoğumuz o kadar korkarız ki eminizdir, söylemek isteriz, bekleriz, düşünürüz ve tekrar tekrar “beynimizle” durumu yönlendirmeye çalışırız. Kalbimiz haykırır görmezden geliriz. Ve kim bilir kaç sevgi böyle sessizce sürmüştür, sürmeye devam etmektedir veya hikayesi yüzyıllar sonra bile hatırlanır, sırları dünyanın bir noktasına gömülüp açığa çıkarılmayı beklemektedir?

“En kötü ne olabilir?” diye sormuştuk. Olabilecek en güzel şey olur sadece sevdiğimizi söylediğimizde. Alacağımız cevap “Evet, ben de seni seviyorum” olabilir veya “Ben sana karşı aynı şekilde hissetmiyorum” da olabilir. Peki, cevabın burada ifade ettiğimiz detayları sizce önemli midir? Gerçekten sizin sevginizin özelliğinin, ifade ettiğiniz “güzelliğin” yanında, o diğer kişinin ne düşündüğü bunu gerçekleştirmekten sizi alıkoyacak kadar yani “güvenerek” sevginizi açıklamaya engel olacak kadar ürkütücü müdür?

Hiçbir şeyi “güvence” altına almadan sevmek gerçekten sevmek değil midir? Karşılık göreceğinizi bildiğinizde sevecekseniz, bunun  “batmayacağına teminat verilen bir gemiden” ve bu gemiyle yapılacak “ruhsuz” yolculuktan ne farkı kalır? Oysaki gerçek aşk bir korsan gemisi gibidir, kendine özgüdür, kimseye benzemez, teminatı ve güvencesi yoktur… O sadece oluştur, sevmek halidir, aşk olmak halidir, dünyada var olmuş olan ve ifade edilmek için kalbimize düşmüş olandır…

Hiçbir şeyi “güvence” altına almadan sevmek gerçekten sevmek değil midir?

O bizi değiştirendir, güzelleştirendir, yoğurandır ve işte o gün geldiğinde “güvenle” açıklamamız için arkamızda durandır… “Ben seni seviyorum” dediğimizde dünya yeniden başlar, zaman yeniden başlar, bizi duyan tüm kâinat, moleküller, hava, ışık ve her şey yeniden başlar… Bir “sevgi” daha hissettikleri için bir kalbin daha atışına şahit oldukları için yeniden başlarlar…

Bugün bu yazımı okuyorsanız “güvenle” saklamakta olduğunuz sevgi sözcüklerinize o dünyada eşi benzeri bulunmayan “sevmek” halinize başka gözlerle bakmanızı dilerim… O muhteşem güven alanınızdan ayrılarak “seni seviyorum” diyebilmek cesaretiyle, kendinizce olduğunuz gibi tüm dünyaya söyleyebilmek üzere ayağa kalkacak kadar cesur olmanızı dilerim…

 

İlginizi çekebilir: Hassas bir sanat: Sevilmeyi bilebilmek

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam