Geçmişten gelen yüklerimizle nasıl baş edebiliriz?

“Dün dünde kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım.”
Mevlana

Hangimiz ilişkimizde haksızlığa uğradığını hissetmedi?
Hangimiz hayal kırıklığına uğramadı?
Hangimiz aldığından çok verdiğini düşünmedi?
Hangimiz anlaşılamadığını, anlatamadığını yaşamadı?
Hangimizin kalbi kırılmadı?
Hangimizin ilişkiye dair her istediği gerçekleşti?
Hangimiz yenilmiş, yorulmuş, yılgın hissetmedi?
Hangimiz ötekinin eksiklerine kafayı takmadı, kendi eksiklerini onda gidermeye çalışmadı?
Hangimiz aldatılmadı, aldatmadı veya aldatılmaktan ölesiye korkmadı?
Hangimiz hatalar yapmadı, aynı hataları tekrarlamadı?
Hangimiz sevdiğinden gelen beklenmedik bir davranışla sarsılmadı?

Hepimiz bunlardan birini, birkaçını yaşadık… Yaşamaya da devam edeceğiz belki. Bazen izin verdiğimiz için, bazen elimizden başka şey gelmediği için, bazen toyluğumuzdan, bazen kurban rolüne alıştığımızdan, kimi zaman hayatta bize düşen pay bu olduğundan, kimi zaman da boş bulunduğumuzdan… İnsanız. Bu nahoş deneyimlerden azade olmaya çabalasak da, değiliz. Beşer şaşar. Bu şaşma hali yanlış yapma hali değildir yalnızca, bazen de yanlışa izin verme, göz yumma halidir. Ama işte öyle ya da böyle hikâyenin parçası bunlar.

İster ilişkinin içinde olalım, ister dışında, geçmişimiz -iyi ve hoş şeyler beraberinde- travmalarla da doludur. Travma dediğimiz şeyler yaralarımızdır büyüklü küçüklü. Örneğin, ayağımızı burksak ayağımız acır, şişer, morarır. Bu bir travmadır. Başlangıçta tüm dikkatimiz ondadır, tüm gündemimizi o oluşturur. Ama geçer bir süre sonra… Ona bakarız, onu kollarız, gereken neyse yaparız. Bir süre sonra şişlik indiğinde yeniden üzerine basmaya, yürümeye, sekmeye, hatta koşmaya başlarız. Zaman zaman kendini hatırlatır acımız, ama sonra unutur, gideriz. Tekrar burkulmasın diye yürümekten vazgeçmeyiz, onu gelecekte yapacağımız yürüyüşlere engel varsaymayız. Bir ayak burkulmasına bir ömür vermeyiz. Travmaların daha kalıcı olanları da vardır elbette, bazen çarçabuk iyileşmez, daha uzun zaman alır. O zaman da onunla yaşamayı öğreniriz. Ne yapabiliyorsak onunla, o kadarını yapmaya devam ederiz.

Travmaların kalıcı olup olmaması zaman zaman da bizim elimizdedir. Elimizden başka hiçbir şey gelmediğini düşünüp hayata bize yaptığı haksızlıklardan, başkasının bize yaşattığı sıkıntılardan dolayı isyan bayraklarını göndere çektiğimizde -en çok da böyle zamanlarda- tekrar tekrar sormamız gereken sorular olduğunu düşünüyorum.

Haydi gelin, beraber soralım ve dürüstçe yanıtlayalım…

Bu yaranın oluşmasında benim payım ne oldu?
Onu bir daha tekrarlamamak için gerekli davranış ve duygu değişimleri için çalıştım mı, çabaladım mı?
Bir başkası benzer bir olay yaşadığında benden farklı tepkiler verebilir miydi?
Bu yaşamda benim yaşadıklarımdan daha zor ve ağır deneyimler karşısında daha az acı çekenler var mı?
Bana acı veren şeyler olurken başka türlü davransam karşımdaki de başka türlü davranabilir miydi?
Kesinlikle benim bir katkım/payım olmadığına inansam dahi böyle bir şeyi önlemek için yapabileceklerim var mı, var mıydı?
Çevremden, yakınlarımdan, profesyonellerden alabileceğim tüm destekleri aldım mı? Bu konuda gerekenleri yaptım mı?
Küçük şeylere takılıp büyük resmi görmezden geldiğim oldu mu? Pire için yorgan yaktığım oldu mu?
Olayları sadece kendi perspektifimden gördüğüm, ötekinin ihtiyaç ve isteklerini görmezden geldiğim oldu mu?
Yaşamın bana getirdiği acı karşısında feryat ederken, elimdeki olumlu ve güzel şeyleri görmezden gelip onların yaralarımı sarmasına engel oldum mu?

Bütün bu sorularla dürüst ve yüreklice hesaplaştığımızda verdiğimiz her cevap yine de hayatın haksızlıklarına, adaletsizliğine maruz kaldığımıza işaret ediyor olabilir. Öyle ya, hayatın adil olmadığını bilmeyen kaldı mı? Ancak… Payımıza düşen her ne ise onu alıp, derslerimizi alıp, bir şekilde geçmişin yüklerinden arınıp yola devam etmek zorundayız. Eğer bir kez geldiğimiz dünyada iyi bir yaşam istiyorsak… Aksi halde, sırtımızda bir geçmiş heybesiyle yeni yolculuklara çıktığımızda gereksiz pılı pırtıyı, döküntüyü, ağırlığı yeni ilişkilerimize de taşımaya devam edecek ve bir kez ayağı burkuldu diye yatalak gibi davranan birine döneceğiz. Bu daha fazla iyileşmemize izin vermediği gibi, yeni ilişkimizin de olumlu olasılıklarını ve fırsatlarını engelleyecek. İşte bu yüzden öyle ya da böyle bu yüklerden sadeleşmek, arınmak ve kurban rolünden çıkmak zorundayız. Dünü dünde bırakıp yeni şeyler söylemek lazım, yeni sularda daha olgun, daha farkında, daha güçlü biri olarak var olabilme şansını elden kaçırmamak lazım…

Kim bilir, belki de ben değişince dünyam değişir! Kim bilir, belki sen değişince dünyan değişir!

İlginizi çekebilir: Dünyaya hükmetmek çocuk oyuncağı, peki ya kendine hükmetmek?

Ela Uysal ICF Onaylı İlişki Koçluğu Eğitim Lideri
Hacettepe Üniversitesi, Mütercim Tercümanlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra global firmalarda çeşitli görevler aldı. Kurumsal kariyerine devam ederken bir yandan kişisel gelişimle ilgili çalışmalara başladı. ... Devam