Evrenin yaratılmasına sebep sevgi; sen neredesin?

“Senin gönlün değişirse, dünya değişir” -Şems-i Tebrizi

Hayat boyu ararız, ararız da ararız… Uzak diyarlarda ararız, başka kalplerde ararız, annemizde ararız, babamızda ararız, sevgilimizde, eşimizde ararız, bir çocuğun gözlerinde ararız, denizin kokusunda ararız, güneşin doğuşunda ararız… Biz ararız o kaçar, o bize gelmez, o çok uzaklarda olur… Bazen evet şimdi buldum diye düşünürüz bir bakmışız bir hayalden ibaret, içi yalanla dolu, bir bakmışız aslında o bizim sevgi sandığımız, öyle gelip geçiveren bir hismiş, değerli değilmiş, gerçek değilmiş, derin değilmiş… Sevgi bu, öyle kolayca bulunmaz bir kere…

Peki o yerde gökte aradığımız sevgi evrenin gerçek yaratım sebebi deseydik? Hani Tanrı ile konuşma fırsatımız olsaydı örneğin, ve o bizlere ben bu evrenin “her zerresine, her anına, her molekülüne, her ince parçasına” sadece “sevgi” koydum ve geriye kalanı ise kocaman bir boşluk deseydi… Peki ya bu kadar basit olsaydı değil mi bu evren neden yaratıldı sorusu, nedir bu yaratımın temeli, eğer gerçekten bir güç var ise herşeyin içinde gizli olan işte “sevgi” o güç ise nerede diye sorabilseydik…

Sevgi hayatımızın çok önemli bir kavramıdır, sevmek eylemi aslında bu hayatta bize bahşedilmiş olan muhteşem bir yetenektir. Bu yaratılmış olan diğer canlılara verilmemiş bir “bilinç” düzeyidir. Biz aslında “dışımızda” aramakta olduğumuz onlarca çeşit sevmek halinin, hücrelerimizin en içlerine kadar yerleşmiş olan olduğunu da görememekteyizdir zaman zaman. Fakat sevgi anlayışı burada sadece bir insana duyulan sevgi değildir, kendimize, hayata, oluşa, evrene, ilahi güce, yaradılışa ve etrafımızda hissettiğimiz bugün yağan yağmura bile duyulan “duyabileceğimiz”, aramamıza gerek olmayan o sevgiden bahsediyorum…

Bu yazının asıl sebebi (giriş bölümü biraz hesap sormak gibi oldu) etrafımda çokça duyduğum “sevgi yok, ben arıyorum aşk yok, nerede, sevgi bir tek bana yok” gibi görüşler… Evet hayatımızın her anında aynı coşkuda aynı tutkuda hissetmeyebiliriz, ilişki içerisinde olduğumuz ve olmadığımız zamanlar olur… Fakat o bizim “alamadığımız” sevgi evet evrene gömülüdür, evrenin her parçasında vardır, bir ağacın bizim için ürettiği oksijen bize çoktan verilmiş olan sevgidir…

Bize ulaşan muhteşem güneş ışığı sevginin bir fomudur. Yanaklarımızı serinleten yağmur bize su olarak geri döner, havamızı nemlendirir, bu sevginin başka bir türüdür. Hayatta yanımızda olan annemiz, babamız, sevdiklerimiz, ailemiz veya bizi çevreleyen tüm insanlar bunlar işte sevgiden ibarettir. O çok uzaklarda aradığımız sevgi durmak halimizde, gözlerimizdedir, o gözler kapanıp açıldıkça nemlenir vücudumuz gözlerimizin “görebilmeye” devam edebilmesi için sevgi ile bürünmüştür. O “bize uğramayan sevgi” gece bizler uyurken kalbimizi attırmaya devam eder, evet öyle bir sevgi ile donatılmışızdır ki, kanımız her an bu can-ım hücrelerimize ulaşmaya onları hayata bağlamaya onlarla bir olmaya onlara enerji vermeye ve en önemlisi evrenin bir parçası olduklarını hatırlatmaya devam eder.

Öyle bizim isim taktığımız “büyük” ve “küçük” yoktur evrenin bu sevgisinde, her an her detay her bileşen sevginin “ta kendisidir” çünkü… Bizler yaparız sevgiyi sınıflandırmayı göremediğimiz gibi, ‘yok bulamıyorum’ diye isyan ediverdiğimiz gibi… Örneğin X kişisinin Y’ye aşık olması daha önemli oluverir başka bir duygudan bizim için en güzel sevgi budur örneğin aşk hali. Peki bir annenin özürlü olan çocuğuna hayat boyu bakması bu sevginin hangi halidir, hani bizler karşılaştırırız aşka güzel deriz, en iyi deriz, bu durumda bunu anlamadıkça deneyimlemedikçe nasıl “derecelendirebiliriz”… İşte sevgi evrende böyle kıyaslanamaz, böyle bollukla dolu, böyle havadaki en küçük atoma bile işlemiş durumdadır da biz bilmeyiz…

Sevgili John Payne güzel eseri Omni – Yaradılışın Dört Prensibi ile sevgiyi bizim için açıklıyor:

“…Sevgi sadece bir eylem değildir, o aynı zamanda bir var oluş halidir, ayrıca şeylerin doğasının bir tanımıdır, ve evrenin, tüm var olanın bir tanımıdır… Sevgiyi “olanı tümüyle ve tam olarak kabul etmek” olarak tanımlarız; sevgiyi “izin vermek” olarak tanımlarız.

…Sevgi tüm var olanın gerçek doğası olduğundan, o aynı zamanda sizin en derin arzunuzdur, çünkü o kişiliğinizi bir mıknatıs gibi etkiler. Sevgi olmayan her şey sizin için doğal değildir.

…Her şey sevgidir, her eylem, her varlık sevgidir, çünkü bu tüm yaradılışın temelidir… Siz yürekten sevilirsiniz!”

İşte bu derece açıktır, sevgi hayatımızın her anında, her zerresinde ve her parçasında bugün olduğumuz halimizle bulunmaktadır. Yaradılışımızın mükemmelliği bugün bu sevgiyi damarlarımızda hissetmemiz, zamanda, evrende, diğerlerinde, yani var olan her şeyde görmemizi ve “görebilmemizi” gerektirir. Bugün kendimize soralım; “hayatımızda ne kadar sevgi” var, yani bizim gözlerimiz sadece olmayanlara mı odaklanmış” durumda? ‘Sevgisizim, sevgi yok, sevgi bana uğramıyor, ben sevilmiyorum’ gibi düşünceler ile her an evrenin bize sunmuş olduğu bu muhteşem gücü yadsımaktayız…

Hepimiz sadece bugün burada olduğumuz halimizle, olmak eylemimizle çok seviliyoruz, ve oluşumuzla muhteşem halimizle kabul görüyoruz. Bugün bize sunulmuş olan bu muhteşem gücü, bu değeri bu kocaman enerjiyi “evrenin sizi sevdiğini” hissetmeniz dileklerimle… Ben bu yazımda bu anda bana eşlik eden sizleri çok seviyorum…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam