Elemental beslenmeye bakış 2: Ateşleyici güç

om gan ganapataye namo namah” mantrası ile başlayalım yazımıza. Ses oldukça değişik bir konu. Ne anlamana geldiğini ya da gelebileceğini bilmiyoruz. Geçmiş uygarlıkların neler yaptığına dair bilgilerimiz var ses ile. Mantra da bunlardan birisi. Belli bir kod olarak düşünebiliriz bu ses şifresini. Belki bu konuda araştırma yapan dostlar bizleri aydınlatabilir, buradan onlara da seslenelim.

Yine Fakirlerin eterik maddeyi manipüle yeteneklerini de hatırlatalım kendimize. Batı uygarlığı olarak maddenin en kaba halinin içine dalmış durumda olduğumuz için bu hatırlatmalar iyi geliyor. Birçoğumuz daha konfor alanı aşamasındayız. İstemekle yapmak arasındaki yedi kanununu çalıştıramıyoruz.

Konumuza gelelim. Başlıktan da anlaşılacağı gibi Ateş’teyiz. Toprağın üzerinden yükseliyoruz, başka bir şansımız da yok değil mi? Elementlerin yöneticilerine selamlar olsun. Onları kutsayalım. Bu bilgeliği bize verdiler. Sonumuz Prometheus gibi olmadı, değil mi? Sonuçta birimiz ateşi Tanrılardan çaldı. Peki, şu çalıntıya biraz daha bakalım.

Üç, iki, bir… Ateş! Bam! Kara şahin düştü. Kışın sular geri geldi. Tepemizden aşağıya, yer çekimi sağ olsun, sular yağıyor. Ateşi arıyoruz hayatımızda. Üşüyoruz, ısınmak istiyoruz. Suyun nemliliği bize iyi gelmiyor. Ateşin kuruluğunu istiyoruz. İsteyelim, kozmik ateşi de isteyelim. Belki dönüşmek isteyen dostlar bu ateşi kullanırlar. Yaşadığımız kova çağı zaten başımızdan aşağı bir kova suyu bu yeşil gezegene döküyor. Gezegenimiz için “Güneş’ten almayı bilen” desek hiç de kötü bir tanım yapmamış oluruz. Evet, tam bir dişi kendisi. Alan ilke. Okey, Güneş de bu önermede dualite gereği Eril ilke oluyor sanırım. Tohumlayan, veren. Peki, yeşile geri dönelim.

Çamur ve sudan yaratılmış bizler de dört element ile idare ediliyoruz. Özellikle de fizik bedenimiz. Arkadaşımızın döngüsü tam bir element döngüsü. Evet, daha yakından bakalım. Elementin fazla olması ve az olması durumundan yola çıkalım yine.

“Ateşin fazlalığında enerji de yüksektir ve büyük cesaret verir kişiye. Bu neşeli, coşkulu, hevesli kişiler kolay kolay bir şeyden korkmazlar ve bu dünyaya izlerini bıraktıracak hareketlilikler peşindedirler.

Bu anlamda böyle bir ateşi taşımak güçlü bir egoyu da yanında taşımak anlamına gelir. Sürekli bir şey yapmak isterler, hareket halindedirler. Bazen bu ateş, bedenlerine, tenlerine de yansır. Giderek kırmızılaşırlar… Şey yapamadıkları zaman enerjileri düşer ve ilgilerini kaybederler. Bazen çok istekli ve zorlayıcı olabilirler. Sorunları çözmek için fazla kafa yormadan direkt harekete geçmek isterler. Sabır güçlü yönleri değildir.

Ateş elementinin fazlalılığı kişinin kendisinden daha çok etrafı için sorun olur. Bu kişilerde aşırı benmerkezci yaklaşımlar olabilir. Ateş etrafını ısıtmasıyla sevgiyi hissettirirken, ateşin fazlalığı gösterişçi, gürültücü ve yakıcı, kavurucu olabilir. Bir şey olmaz tavrı ve sorunları hafife alma eğilimi hakimdir ve bu nedenle sorunları artık çok geç olana kadar göremeyebilirler. Sorunları geç olana kadar görememek, özellikle ilişkilerini zora sokar, başkalarına karşı kolayca ilgisiz, duyarsız, düşüncesiz ve kaba olabilir ve bunu hiç fark etmeyebilirler.”

Ateş elementi kalp ve ince bağırsak ile ilgilidir

Aşırı baharatlı yiyecekler, kızartmalar, çok acı gıdalar, yağlı etler, serinletici besinler ve aşırı hayvansal ürünlerin tüketimi ateş elementini zayıf düşürür. Hafif acılar, hafif baharatlı tatlar, ısıtıcı yiyecekler, kırmızı mercimek, kırmızı renkli gıdalar ateş elementine, dolayısıyla kalp ve ince bağırsağa iyi gelir.

Bir sonraki yazımızda suya bakarız.

İlginizi çekebilir: Elemental beslenmeye bakış 1: Toprağın gücü

Avni Onur Sevinç
Gelişimimize uygun ekolojiyi inşa etmek için çalışan bir Doğa. Doğa, aynı zamanda arkadaşlarını da arar. Bu temiz ekolojide olmak ister misin?