Bir spor aşığından: “2 teker nereye gider?”

Bir spor aşığından: "2 teker nereye gider?"
Bir spor aşığından: “2 teker nereye gider?”

Haftalardır ertelenen bir keşif, bilinmeyene doğru çevrilen pedallar ve kilometreler boyunca gerçekleşen diyaloglar, çokça monolog ve kafadan akıp geçen iç seslerle birlikte yaşanan anlar.…

Evden çıkarken dedim ki; “Hadi gittim ben, haber alamazsanız ararsınız jandarmayı. 156  galiba numarası :)”

İç ses: “Abartma!”

Aynı anda içeriden yankılanan başka bir ses: “Abarttığım filan yok, sadece metroyla Kartal’a ulaşacağım ve oradan bisikletle ormana nasıl gideceğime dair bir fikrim yok. Tut ki gittim, orada neyle karşılaşacağımı da bilemiyorum şimdiden”

İç ses: “Bakalım nasılmış Kozyatağı’ndan sonraki duraklar.”

Şimdi düşününce, şunu söyleyebilirim: “Hepsi birbirinin aynıydı.”

Ve hoop bisiklet yerde.

İç ses: “İşte yine düştü. Ayağı yok tabii garibin, n’aapsın?”

Bir türlü taktıramadım şu ayağı.

Neyse, kitaba devam. Bakalım erkeklerin çekiştirilecek neleri neleri varmış.

 

Gelecek istasyon Kartal. Kaldır bisikleti, tak kaskını, haydi bakalım yukarı.

Veee merdivenler bitince çıkışlardan çıkış beğenmece. O mu, bu mu derken, sağ olsun güvenlik güvenli bir yol tarif ediveriyor. 1-2 yanlış sapıştan sonra buluyorum doğru yolu, daha doğrusu Yakacık’a çıkan dik yokuşu.

Bilenler tahmin etmiştir nereye gittiğimi. Evet, Aydos Ormanı’na ulaşmaya çalışıyorum. Yokuşun sonlarına doğru kulağımdaki müzik kesiliyor ve yerini motor sesi alıveriyor. Güzeeel çünkü sevgilim arıyor.

“Yavruuum…”

Pek çok yolun ağzında, sakin bir kenarda konuşuverdim onunla, köşedeki taksi durağındaki abilerin meraklı bakışları arasında.

Elbette dikkat ederdim, yakınlardaydım herhalde, orayı bulamamam için bir neden yoktu… İstemememe rağmen bir kez daha telefondan öpüverdim uzaklardaki sevgilimi. Sonra da durağa yanaştım.

Ben: “Merhaba, Aydos Ormanı’na nasıl çıkarım?”

Abilerden biri: “Bisikletle zor olur ama…”

Ben: “Olmaz.”

Abilerden diğeri: “Biz seni yine de kolay yoldan gönderelim.”

Bir daha ben: “Fark etmez.”

Abiler bitmedi: “Hem sen nereden geldin ki buraya kadar bisikletle.”

Söyledim, şaşırdılar, yardımcı olmaya çalıştılar, beşinci ışıktan dönmem gerektiğini, bunu da en az 3 km anlamına geleceğini söylediler.

 

Hava iyiydi ama ısınıverdi bir anda. Gittim, gittim, baktım yol bitiyor, beklemedim 5. ışığı sapıverdim sağa. Bir kişiye daha sorduktan sonra, bir yol ağzına geldim. Solumda bir orman vardı ama… Yol? O da vardı. O zaman ne bekliyordum? Giriverdim içeri.

İşte ormandaydım ne zamandır hayalini kurduğum. Issızdı, bakirdi, pek güzeldi. Ama sanki biraz daha gitsem yol bitecekti.

“Pardon, parkur var mı ormanda bir yerlerde, diğer taraflarını nasıl görebilirim?”

Çekirdek çitleyen adam bir beni, bir bisikleti, bir beni, bir bisikleti süzüp; “Dur ben seni gölün oraya yollayayım da gör gününü!” deyiverdi.

 

Neden günümü görmem gerekiyordu anlayamadım ve devam ettim.  Elbette onun dediği yoldan gitmedim çünkü bisikletli birini görünce aynı yola dalıverdim, çok da iyi etmişim.

Kimseciklerin olmadığı yollardan ilerledim nereye gittiğimi bilmeden. Kulağımda müzik, bol hoplamalı, zıplamalı bir seyahat, henüz kesilmiş odunların kokusu eşliğinde… Buldum manzaraya hakim bir nokta ve başladım sandviçimi yemeye.

Bir spor aşığından: "2 teker nereye gider?"
Bir spor aşığından: “2 teker nereye gider?”

Daha gölü bulacaktım, biraz güçlenmem gerekiyordu. Sandviçi de pek güzel yapmışım ayıptır söylemesi.

İki çocuktan biri: “Abla çakmak var mı?”

Ben: “Yok. “

Yine aynı çocuk: “Abla yanlış anlama, sigara içmeyeceğiz.”

Sonra yine ben: “Aferin size, ormanı da yakmayın sakın, olur mu?”

Gülücükler, gülücükler…

Unutkan ben: “Durun, durun, gitmeyin… Göl ne tarafta?”

Elbette aynısı: “Öbür tarafta kaldı abla.”

İç ses: “Demek öbür taraf. Haydi bakalım, yola koyulma zamanı.”

Yine bilinmeyen yollardan gidiş ve birden içine dalınan davul zurna sesi. ‘Bu ormanın bir merkezi yok mu?’ diye düşünürken tam da ortasına düşüş. Tipik bir pazar günü; halk piknikte. Göl yine yok. Geri dönüş, daha önce gölü sorduğum bir adamın çalışmış bir çocuk edasıyla duymayabilirim diye bağırarak gölün yerini söylemesi ve yola devam.

Sonrası harika.

Bir spor aşığından: "2 teker nereye gider?"
Bir spor aşığından: “2 teker nereye gider?”

İç ses: “Şurada bir çıkış kapısı var ama şöyle bir dolaşayım bakalım gölün etrafında. Olmadı tekrar Kartal’a çıkar, bu sefer metroya binmez, sahilden basar, giderim. “

Sonunda bir yere çıktım da Kartal değildi orası.

“Sahil.” diyorum yolda yürüyen birine “Burada sahil yok ki…” diyor.

Meğer ben tam arkasına çıkmışım dağın. Kartal’a ulaşmak için tekrar Aydos’un çevresinden dolandım ama bu sefer karayolundan. Sonra sahile varış, kısa bir mola ve mutlu son.

Bir spor aşığından: "2 teker nereye gider?"
Bir spor aşığından: “2 teker nereye gider?”

Mutlu sonda evden gelen telefonun da payı vardı.

Sevgili ev arkadaşım: “Tatlım senin şimdi ete ihtiyacın vardır; hazırlıyorum barbeküyü.”

İç ses sadece guruldayan mideden ibaret o an.

Gerçekten de hak etmiştim eti.

 

Günün kısacık özeti:Merak ettim ve gittim keşfettim.

Sonuç: 48.5 km / 720 cal

Daha nice kilometreler görmek isterim, bilmediğim, merak ettiğim, başını bilip de devamını merak edebileceğim. Koşarak olur, bisikletle olur… Yeter ki olsun…

 

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

Kıvanç Ergun Koşucu
Kıvanç Ergun bugün bisikletin tepesinde, yarın ormanda çamurun içinde… Harekete, iyilik peşinde koşmaya doyamıyor, başkalarına çılgınca gelen şeyleri yapmaktan inanılmaz keyif alıyor. İflah olmaz ... Devam