Başına buyruk duygular karşısında: Duygularınızın kontrolü kimin elinde?

Duygunuzun efendisi kim?

Duygularımız isteklerimiz, amaçlarımız ve düşüncelerimizle çeliştiğinde anlarız onların ne denli güçlü olduklarını. Öfke göstermenizin hiç de uygun olmadığını düşündüğünüz bir yerde kendinizi ağzınızdan alevler saçarken bulduğunuzda… Onca zaman özene bezene hazırlandığınız bir sunumu yaparken heyecandan tir tir titrediğinizde… Aklınız “Kıskanacak ne var yahu?” derken eşinizi o arkadaşından kıskandığınız için uykunuz kaçtığında… Kedinin korkulacak şey olmadığını bildiğiniz halde elli metre öteden çığlıklar atarak kediden kaçtığınızda… Ortada huzursuz olacak hiçbir şey olmadığını bildiğiniz halde içiniz huzursuzlukla dolduğunda… Akrabanızın o tatsız davranışına kafayı takmamayı istediğiniz halde her geçen gün daha fazla taktığınızda…

Böyle zamanlarda duygularımız, başına buyruk yaramaz bir çocuk gibi bizi oradan oraya çekiştirmektedir ve biz ona söz geçiremeyen, zavallı ebeveynler gibiyizdir. Elimiz kolumuz bağlanır, dövsek olmaz, sövsek olmaz, kaçsak kovalar… Aklı başında sözleri asla duymaz, telkinden, nasihatten anlamaz. Tutturmuştur bir kez. Bize düşen tek şey krizi yönetmektir. O diyardan gitmeye imkân da yoktur nitekim.

Duyguların dilini öğrenmek, mekanizmasını tanımak bize bu çaresizlik karşısında epeyce avantaj kazandırır. Nasıl işliyor bu mekanizma? “Başına buyruk” sözü onları tanımak için çok doğru bir yakıştırma. Duygular -ismiyle müsemma- bağımsız bir sinir sistemi tarafından yönetiliyor. Buna otonom (bağımsız) sinir sistemi deniyor. Bağımsız sinir sistemimiz, vücudumuzdaki temel fonksiyonları yöneten sinir sistemimiz. Kalbimizin atışını, kanımızdaki basıncı, sindirimi, solunumu, boşaltımı, yani irademizle değil, kontrolümüz dışında gerçekleşen fizyolojik olayları ve istem dışı diğer hareketleri kontrol ediyor. Duygularımızın bedenimizdeki karşılıkları da bu tür fizyolojik olaylardan. Örneğin heyecanlandığımızda kalbimizin hızlı çarpması, kızdığımızda kanımızın ellerimize ve bacaklarımıza hücum etmesi, korktuğumuzda gözbebeklerimizin büyümesi, sakinken sindirimimizin artması gibi bedensel haller bizim seçimimiz değil. Kendimize sakin olmayı telkin etsek de, sinirlenmemeye karar versek de bunu başaramamamız buradan geliyor.

Bu süreçte bir başka etken de düşüncelerimiz. Hangisinin önce geldiğini tespit edebilmek pek mümkün değil. Duygular mı düşüncelerden geliyor, düşünceler mi duygulardan? Bu paradoksun çözümünü bilmesek de düşüncelerin duygularla sürekli dans halinde olduklarını biliyoruz. Düşünceler duygu dünyamızda olup biten her şeye temas ediyorlar. Düşünceler rahatlatıcı olabildikleri gibi ateşe körük de olabiliyorlar. Ancak elbette düşünceleri değiştirmek tümüyle duyguları kontrol etmeye yeterli değil. Bu nedenle düşünceyi ele alırken duygunun bedenle ilişkisini de gözetmek gerekiyor. Bedenimizi rahatlatmayı öğrendiğimizde duygumuz da buna eşlik ediyor.

Özetle, duygu kontrolünde iki konuda çalışmalıyız. Bedenimizi rahatlatmayı öğrenirsek duygumuz yükseldiğinde ona sakinleşme mesajı verebiliyoruz. Ki bu, sandığımızdan çok daha hızlı sonuç alabildiğimiz, son derece işe yarar bir yol. Bununla beraber düşüncelerimize de bir bakmamız, hangi düşüncenin bize iyi geldiğini, hangisinin işleri daha da kötüleştirdiğini araştırıp bulmamız, bunu bir farkındalığa dönüştürmemiz lazım. Ama bundan daha da önce bir karar vermemiz gerekiyor.

Cevaplayacağımız soru hem derin hem de bir o kadar basit. Duygumuzun efendisi kim olacak? Bizi kızdıran kişi, bizi korkutan kedi, bizi kıskandıran o kadın, heyecandan bizi titreten o seyirciler, sinirimizi bozan o akraba mı? Tek seçeneğimiz bunlar değil. İpleri başka birinin veya başka bir şeyin elinde olan bir kukla değil, kendi kendimizin efendisi olmak da bir seçenektir. Değil mi ki duyguyla hareket eden kişi bağımsız değildir, bir dış etkenin etkisindedir? Bu bir özgürleşme hareketidir. O halde sizi bu özgürleşme hareketine davet ediyorum. Bunun için gerekli olan ilk adım, bu niyeti ortaya koymak, bunun için gerekeni yapmaya çaba göstermeye gönülden istekli olmaktır. Geri kalanı sanıldığı kadar zor olmayacaktır.

İlginizi çekebilir: Dünyaya hükmetmek çocuk oyuncağı, peki ya kendine hükmetmek?

Ela Uysal ICF Onaylı İlişki Koçluğu Eğitim Lideri
Hacettepe Üniversitesi, Mütercim Tercümanlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra global firmalarda çeşitli görevler aldı. Kurumsal kariyerine devam ederken bir yandan kişisel gelişimle ilgili çalışmalara başladı. ... Devam