Roma Günlükleri: Akşam sefası

Roma Günlükleri: Akşam sefası
Roma Günlükleri: Akşam sefası

Yazının başlığına bakınca sadece akşam aktiviteleri anlatacağım sanılmasın. Gündüzün turistik aktivitelerini bitirdikten sonra keyif kısmına geçtiğimiz için Akşam Sefası’yla karşınızdayım. Bir şehrin bel kemiği; restoranları, barları, kafeleri ve daha bir sürü şeyleridir. “Bir şehri ziyaret edip de onun etinden, sütünden yararlanmadıktan sonra ne işe yarar o gezi, değil mi?” Diyerekten bu hafta Roma’nın yeme- içme-gezme üçgeninde kaybolalım beraber istiyorum. Üç haftalık serimizde Roma’yı serdik, düğdük, bu hafta da çözüyoruz!

  

Antonini mamulleri – d’Oret mamulleri

Kahvaltı Candır!

Günün ilk ve en önemli besininden, kahvaltıdan başlayalım. Allahım bir yer var ki, kıtlıktan çıkmış gibi yiyecek, doyduktan sonra bile bünyenizi zorlamak durumunda kalacaksınız. Antonini; Roma’nın kahvaltıda tavan yapan noktası bana sorarsanız. Küçük küçük sandviçler, minik minik tiramisular, ufacık tefecik pizzalar, mini mini tartlar, lingo lingo şişeler… Anlata anlata bitiremeyeceğim, lezzet ve çeşitlilikte bir ziyafet çekmek için, burayı sakın ama sakın pas geçmeyin. Bu seyahate beraber çıktığım kadim dostlarımdan pasta kokulu, kurabiye esanslı kadınım; Burcu’nun Cihangir’deki pastanesi d’Oret; her zaman gönlümüzün sultanı olsa da, Antonini de kahvaltı rehberimize adını altın harflerle yazdırdı!

 

Pasta Kokulu Kadın d’Oret i Antonini’yle aldatıyor

Vatikan’ı gezdikten sonra, ara sokaklarında kaybolduğumuzda karşımıza çıkan tipik bir İtalyan restoranı; Borgo Nuovo’da bir öğlen yemeği yedik ki dillere destan. Arada derede kalmış, benim için en önemlisi turistik olmayan ve inanılmaz makarnalar, salatalar, etler, tavuklar, neler neler ve de leziz ev şarapları yapan kendi halinde bir restoran. Hem Trip Advisor da önermiş, hem de içeride tam İtalyan hanımefendileri ve beyefendilerini bulmak mümkün. Bir tek  wi-fi yok, o da olmasın zaten. İki dakika telefonu elinizden bırakıp, muhteşem yemeklerin ve keyifli sohbetin tadına varın.

İtalya deyince, şarap, makarna, pizza, tiramisu, kahve ve yakışıklılar akla ilk gelen anahtar kelimelerdendir. Ben ille de araya sıkıştırırım o yakışıklıları, çünkü sıkışmayacak gibi değil kardeşim. Sokaklarda şık giyimli kadın ve erkekler görmek insanın içini açıyor adeta. Hem bu kadar yakışıklı/ güzel olup, bir de kahvaltıdan sonra şaraba başlayan, gülüşlerine kurban olduğum İtalyanlar, öz güvende patlama yaşıyorlar haliyle! Allahın makarnası deyip geçmemeli! Bizim milletimiz de ne yemekler yapar, masaları donatır, ama şu bekar yemeği, öğrenci yemeği; makarna bu kadar mı güzel yapılır yahu! İşte bunun için her kafede ayrı çeşit makarna yemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Günaydın Roma

Bir kahvenin 40 yıl hatırı vardır!

Gün içinde kahve içmeden duramam diyenler için de bir sürü seçenek var Roma’da. En güzellerinden biri Cafe Museo Canova Tadolini. İspanyol merdivenlerinin çok yakınlarında, İtalyan heykeltıraş Canova Tadolini’nin atölyesini kafeye çevirmişler hayal güçlerine kurban olduğum İtalyanlar. Günün her saatinde ayakta, hızlıca bir kahve höpürdetmek için bile gidilebilir. Dev heykellerin arasında kahve içmek güzel bir deneyim olacaktır. Pantheon’un oralardaki Piazza Sant’Eustachio’daki Cafe Sant’Eustachio da Roma’nın en iyi kahvecisi diyor dostlar, Romalılar! Bir de adını hatırlamadığım ama Kolezyum’dan çıktığınız anda, üst tarafta gözünüze çarpacak iki tane kafe var yan yana. Onlardan birinde de, Kolezyum manzarasına nazır bir kahve için derim. Çok keyifli olacaktır…

Freni e Frizioni’de

Yiyelim, içelim, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım…

Roma o kadar keyifli bir şehir ki, sabah kahvaltı ettikten sonra, düğüm bölümündeki turistik atraksiyonları yaparken arada bir kahve patlatıp, ardından öğlen yemeğini bir şişe şarap eşliğinde yemek, sonra turist atraksiyonlarına devam edip arada bir kadeh şarap daha patlatmalı. Ardından atraksiyonlara devam edip, aperativoya gitmeli! Aperativo da İtalyan kardeşlerimizin happy hour’ u diyebiliriz. Akşamüzeri 18:00-20:00 arasında sadece içeceklerini ödedikleri, açık büfeden patlayana kadar yemek yedikleri bir konsept. Bence harika bir buluş, ama bunu Türkiye’de yaptığımızı bir düşünsenize. “Açık büfe bedava ama” diye diye bütün büfeyi yer bizimkiler vallahi. Aperativo’nun kalbi de Trastevere bölgesi diyor genç Romalı kardeşlerimiz. Bu bölgedeki Freni e Frizioni de en kral aperativo mekanlarından biri. Yani yine değinmeden edemeyeceğim, işletmecisinden, sahibine, garsonunda, barmenine HERKES NASIL BU KADAR YAKIŞIKLI OLABİLİR Kİ YAA! Yani bunu gerçekten son kez söylemek istiyorum ama bodyguardlara, çöpçülere, taksicilere, öğrencilere, ağabeylere, amcalara… hepsine ömrünüzü feda etmek isteyebilirsiniz kadınlar. O nedenle kız kıza gidin, demedi demeyin! Benim için Aperativo’nun en güzel kısmı Freni e Frizioni’de Brezilyalı kardeşlerimle karşılaşmam oldu. Bilmeyenler için söyleyeyim, Brezilya benim ilk 17 yaşında bir süre kalıp aşık olduğum, o günden beri gidemedikçe sıla hasreti çektiğim ana vatanımdır. Bunu da detaylı olarak ilerleyen haftalarda anlatırım zaten… Aperativo’da canlı müzik yapan tatlı hemşehirlilerimle birlikte, şarkılar, türküler söyleyip, samba yapmak inanılmaz keyifliydi! Elinizdeki son içkilerle buradan çıkıp, ara sokaklarda yürüdüğünüzde Piazza Santa Maria in Trastevere denen meydana ulaşabilirsiniz. Buradaki Asmalımescit barları tadındaki bir sürü bardan birinde içkilerinizi içmeye devam edebilirsiniz…

Brezilyalı kardeşlerimle
Draft Book

Daracık daracık sokaklar, kızlar misket yuvarlar tadında etrafta dönüp dolaşırken, ağzınız, diliniz kuruduğunda kızlara yalvarmadan bir iki kadeh şarap patlatmak için de Piazza Navona’nın ara dere sokaklarının oralarda Draft Book adında bir bar çıkacak karşınıza. Küçük barı, bir oturma grubu ve raflarından taşan kitaplarıyla o kadar tatlı ve orijinal bir yer ki, kalkmak istemeyecek ve bütün kitapları okumak isteyeceksiniz. Bu arada, bana sorarsanız Piazza Navona’nın ana meydanındaki kafelerde hiç vakit kaybetmeyin. Çünkü çok turistik olduğu için hem gereksiz pahalı, hem de tek tip yerler. Ama ara sokaklara girdiğinizde gözünüze çarpacak yerlerin hepsi birbirinden güzel…

Yine İspanyol merdivenlerinin yakınlarındaki Gusto’da öğlen ya da akşam yemeği yiyebilirsiniz. He Gurme Shop’u var, öğlenleri açık büfe, fix menü seçeneği ve pizza ve şarap bar seçenekleriyle çok çeşitli bir yer. Piazza San Lorenzo in Lucina meydanının ara sokaklarındaki Matricianella da tipik, ufacık tefecik, kırmızı-beyaz pöti kare örtülü bir İtalyan restoranı.

Fiko’da

“Trevi’ne Trevi’ne Trevi’ne bandım, bedava mı sandın, para virip aldım” şarkısını söyleye söyleye, ünlü Aşk Çeşmesi; Fontana di Trevi’ye doğru gidin. Hemen yanındaki küçük dondurmacılarda dondurma yemeden de etmeyin. Sırtınızı Aksaray’a verir gibi Pantheon’a sırtınızı verip yürüdüğünüzde karşınıza çıkan meydan; Via della Madalena’nın oralarda da keyifli ortamıyla Ristorante Maccheroni ve yine yakınlarındaki, tereyağlı -parmesanlı Fettucine Alfredo’suyla meşhur Ristorante Alfredo’da da bi şeyler yiyebilirsiniz. Yine Pantheon yakınlarındaki meşhur dondurmacı Giolitti’de de dondurma yalayabilirsiniz. Via del Governo Vecchio üzerinde Dal Paino adındaki salaş pizzacıda da pizza yerseniz, başka yerde pizza kıtırdatmanıza gerek kalmaz. Çünkü, gerçekten çok lezzetli. Makarnaları ve tatlıları da bir o kadar lezzetli ama. Ben başka yerlerdeki pizzalara bayılmamıştım, ama burada yiyip, bayılabilirsiniz. Via della Pace üzerindeki Cafe Della Pace’de tatlıları mıncırıp, aperativoya katılabilirsiniz. Buranın hemen köşesinde olması lazım ama yanlış hatırlıyorsam topuklarıma sıkmayın. Bar del Fico, nam-ı değer Fiko’nun Yeri’nde de aperativoya gidin mutlaka. Dekorasyonu ve tarz çalışanlarıyla çok çok  karizmatik bir mekandı.

Fiko’nun Yeri
Shari Vari Live

Roma’nın gece hayatı çok bombastik bir o kadar fantastik değil açık konuşacağım. Bizim şansımıza Shari Vari’de o gece canlı müzik vardı. Bir grup delikanlı çıkıp, Latin’den Reggae’ye, 80’ler-90’lar hitlerinden, güncel pop şarkılara bir şakıdılar ki anlatamam. Şansımıza sağlık, acaip eğlenceliydi. Haykıra haykıra şarkı söyleyip, tepinebildik. İnşallah siz de denk gelirsiniz… Başka bir akşam gittiğimiz La Maison’da adeta hayal kırıklığına uğradığımızı söylemeliyim. Çünkü hem müziğin sesi çok kısıktı hem de biz Sean Paul’ün  “Shake that thing” şarkısını bayağı bir süre önce tükettik be kardeşim. Yani kısık sesli, eski hip-hop, R&B hiç olmadı diyeyim size. Ama onun dışında benim gidemediğim ama Romalı gençlerin tavsiyeleri dinlenebilir. Burdan buyurun: Salotto 42, Societe Lutece, Shaki Wine Bar, Le Coppelle e Coco, Bloom, Isola Tiberina, Supper Club, Art Club, Cabala. Bunlar hep bar, aperativo, gece klüpleri. Araştırıp, intikal edebilirsiniz…

Shari Vari’de

Vallahi yemedim, yedirdim, içmedim, içirdim. Artık ben daha ne yapayım! Gittim, üç günde senin yüzünden obez oldum, döndüm de demeyin. Memleketteyken biraz dikkat edin, her şeyi yemeyin ki Roma’ya gidince kendinizi bile yiyebilin. Tatilde rejim olmaz derler, Roma’da hiç olmaz. Gönlünüzce yiyin, için, bana da bir kadeh kaldırın, ödeşiriz… Hadi keyifli tatiller…

Önemli Detaylar:

  • Sabah kahvaltıda Baba denen Rom’lu tatlıyı, öğlenden itibaren de şarabı basan İtalyan’lar kafaları uçak, özgüvende tavan yapıp, fingirikliğin de hakkını veriyorlar. Ama çok tatlılar be, siz de yiyin, için, iki sohbet edip, kırıtın!
  • Daha önceden de uyardım. Bir Romalı’ya yol sormayın. Artık şaraptan mı, babadan mı, coğrafi bir özellik mi bilemem ama hepsi oryantasyonunu kaybetmiş! Siz de onlara bir şey sorup ambale etmeyin adamları…
  • Kolezyum’un çıkışında bir grup Gladyatör fotoğraf çekmek için sizleri bekliyor. Ama bu kadar tatlı, neşeli ve komik olamazlar. Onlarla biraz vakit geçirin derim. Bir tanesine elim çarptı, elimi tutup “dokun bana, ben gay’im” dedi. Artık neyin kafasını yaşıyorsa…
  • Sevgilinizi kolunuza takıp giderseniz çok romantik bir tatil yapabilirsiniz. Ama bakın, erkek erkeğe gidilecek yer çoktur, ama kadın kadına aynı şey geçerli değildir. Diyorum size, çok yakışıklılar. Ama bak çok yakışıklılar. Kız kıza gidin işte. Tamam mı?
Ben havaalanının rahat olanını severim

Yazarın tüm yazıları için tıklayın.

Irmak Yazım
Irmak Yazım // 1987’de İstanbul’da doğdum ama kendimi Rio’da veya Havana’da doğmuş gibi hisseden değişik bir canlıyım. Rio’nun Irmak demek olduğunu hesaba katarsak çok ... Devam