Olmak fiilinin en güzel hali: “Kendi gibi olmak”

Oldukça basit görünür uzaktan. Baktığımızda sadece birkaç kelimenin yan yana dizilivermesinden oluşmaktadır; kendi gibi olmak. Kendi gibi olmak nedir, ne anlarız bu 3 kelimelik akıştan, ‘ne anlayacağız Pınar bundan daha kolay ne var’ diye içinizden geçmiş olabilir, ‘işte olduğumuz gibi olmak’ diye de cevaplayıverdiniz belki.

Ben şimdi sizlerle bu cevabınıza bakıp öncelikle kendim üzerinden ve sonra sizin hayatınızda tezahür etmiş durumlar ile hep birlikte anlayalım istiyorum bu “hepimize göre aslında oldukça kolay” yapabildiğimiz “olduğumuz gibi olmak” gerçekliğini…

Peki, gelin şimdi yine birkaç soru soralım, bakalım kendimiz gibi olabilmiş miyiz veya bugün gerçekten kendimiz gibi yaşayabiliyor muyuz hayatımızı? Evet ben öncelikle “kendim gibi olmadığım” konularda bir bir itiraflarımı sıralayacağım. Belki sizinle ortak noktalarımız çıkacak, belki birazdan okuyacağınız satırlara ‘benim böyle bir durumum hiçbir zaman olmaz’ diye inkarda bulunacaksınız. Ama benim için tek bir kez bile sesli olarak kendi kendinize ‘bugün bu kararı verirken veya yaptıklarımda, yaşamımda, aldığım her nefeste sadece kendim gibi olmak” halimi devam ettirebiliyor muyum, bu gerçek mi’ diye sormanız bile yeterli olacak…

Evet, ben kendim gibi olmayan bir karar ile evlendim örneğin. İçimde bir sürü soru vardı, evet çok aşıktım, evet çok sevmiştim ama içimde bir yerden, “bir fotoğrafın parçası olmama” hissimi hep bastırdım. ‘Bu sen gibi bir akış mıydı’ diye ancak yıllar geçtikten sonra sorabildim, cevabım ise kocaman bir hayır. Eğer kendim gibi tercih yapmış olsaydım (sadece kendim gibi olduğumca, kendi önceliklerimle, kendi değerlerimle, kendi bilincim ile karar verebilmiş olsaydım), bu evliliğin “gerçek” üzerine kurulmamış olduğunu ve içimde “aldatılmış” olmak ile dolaşan onlarca sorunun bir evliliğin temelini oluşturamayacağını açıkça ifade eder ve düğünü iptal edebilirdim. Ben bu akışı “kabul etmiyorum” diye cesaretle söyleyebilirdim veya daha erken bir aşamada boşanma kararı alabilirdim.

Eğer hayatta bir insan sizi mutlu etmiyorsa, en azından “mutsuz da” etmemeli, mutsuz olmak halinin “normal” bir hal olduğunu şu anda kabul etmiyorum. Bugün “kendim gibi olmak” fiili ile yola çıkmış olsaydım, bir evliliğin bitişinin dünyanın sonu olmadığını, yaşamın açık bir parçası olduğunu ve aslında hayat hakkında olduğu kadar kendim hakkında da bana birçok ders verdiğini minnetle kabul eder, buna göre hayatımda gerekli değişiklikleri daha hızlı ve cesurca gerçekleştirebilirdim…

Evet, ben kendim gibi ilk kariyer adımımı atamadım. Aldığım doktora teklifini geri çevirdim, sevdiğim adamdan uzak kalmaktan “korktum”. Bugün ben olan Pınar o güne geri dönseydi veya dönebilseydi, tam olarak tersini tercih ederdim, yani “yaşayıp görmeyi” isterdim. Bana evrenden gelen, tekrar tekrar ulaşan binlerce mesaja rağmen hayır demeye devam ettim, gerçekten başka bir ülkede olduğum sürede bir aşkı kaybetmekten korktum, belki de cesaret edemedim ve bunun ardına sığınıverdim işte…

İşte kendimiz gibi vermediğimiz her karar veya davranış, hayatımızda bir süre düz bir akış oluşturuyor olsa da daha sonra öyle bir nokta geliyor ki adeta “patlama” anı yaşıyoruz, isyan ediyoruz. ‘Ben bu noktaya nasıl geldim, ben böyle olsun istememiştim, neden ben bunu yaşıyorum, benim suçum neydi, her şey bana karşı mı, dünya neden benim üzerime geliyor’… Fakat işte dönüp bakmamız gereken temel nokta, hangi orijinal “kendimiz olmayan” davranış, karar veya akışı kabullendik ve bu bizi bugüne nasıl taşıdı…

Bu yüzden dünyada olabileceğimiz en iyi ve en başarılı versiyonumuz sadece ve sadece kendimiz gibi olan versiyonumuzdur. Bu bir oyuncak dükkanı açma hayalimizi gerçekleştirmek de olabilir, ki eğer biz o oyuncak dükkanını yönetirken dünyada gerçekten sadece ve sadece “kendimiz gibi” olduğumuzu hissedebiliyorsak evrenin tüm enerjisi de bizi desteklemek üzere orada olacaktır. Ama ‘başkaları ne der ya da annem çok istiyor, ben oyuncak dükkanı açmak hayalimi bir 15 yıl daha erteleyeceğim, X mesleğine devam edeceğim’ gibi düşüncelerle karar aldığımızda, o 15 yıl hayatımızda aslında “kendimizden verdiğimiz” geri gelmeyecek kadar muhteşem ve tekrar tekrar ‘keşke hayallerimi gerçekleştirseydim’ diye yakınacağımız bir 15 yıl olarak yaşanabilecektir…

Hayatta kendimiz gibi olabildiğimizde, kayıp, yitirmek, aldatılmak, terk edilmek gibi endişeler ve “haksızlığa uğramışlık hissi” de ortadan kalacaktır. Bizler kendimiz gibi olabilmeyi özümsedikçe, hayatta ne isteyip istemediğimizi açıkça ifade edebilir, önceliklerimizi buna göre belirleyebilir ve aslında hayatımızın akışının sorumluluğunu da cesaretle yüklenmiş oluruz.

Bu yüzden, bu yazımı okuyan siz; bugün ve bundan sonraki her gününüzde, her anınızda kendi kendinize sorun, şu anda kendinizin gerçekten kendiniz gibi olan halinizde misiniz? Eğer cevabınız evet ise işte o zaman siz olabileceğiniz en muhteşem halinizdesiniz…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam