İçindeki boşlukları ancak “sen” doldurabilirsin

Hayatımızda bir an gelir; bir ilişki başlar… Peki ya biz bu ilişkiden ne bekleriz? En temelde, ilk aklımıza gelen cevapları bir sıralayalım; mutlu olmayı bekleriz, tek bırakılmamayı bekleriz, değer görmeyi bekleriz, anlaşılmayı bekleriz, dürüstlük bekleriz, birlikte zaman geçirmeyi ve hayatı deneyimlemeyi bekleriz… Bu cümleyi yazarken oldukça “kontrollü” cevaplar oluşturdum yani aslında tam olarak karşı tarafa “yüklediğimiz” o kocaman yükleri hafiflettim.

Gelin bir de gerçekten içimizdeki o “bendeki boşlukları sen doldur” diye sorumluluk verdiğimiz sesin cinsinden cevaplayalım sorumuzu; hep benimle ilgilenmesini beklerim, her an bana ilgi göstermesini isterim, sürekli olarak beni sevdiğini hissettirmesini isterim, tüm alakası gün boyunca ve hatta gece boyunca yine bende olsun isterim, ben onun için dünyanın merkezi olayım isterim, o hep yanımda olsun isterim, ben onun herşeyi olayım isterim, benden başka hayatı olmasın isterim, hayat amacının “beni mutlu etmek” olmasını isterim…

Şöyle içimizi açık açık dürüstçe döktük, şimdi gelin bir bakalım bu cümleler aslında bize tam olarak neyi göstermekte? İşte genel olarak hayatımıza giren kişiler bizim o muhteşem “oluşumuza” ayna tutmak üzere karşımıza çıkar yani neyimiz eksik ise ne hakkında sınav vermemiz gerekiyor ne anlayışımızı değiştirmemiz gerekiyorsa onu bulmamız gerekir… Bir nevi karşımızdakinde kendimizi görürüz bir ayanaya bakar gibi… Ama bizler bu “olgunluk” ile değerlendirinceye kadar, ilişkilerimizde epeyce yol almamız gerekir… Sonra ise içimizdeki boşlukları “başkasının tamamlayabileceği”, yani kendi kendimize veremediğimiz “özsevgimizin”, “özsaygımızın” veya “özgüvenimizin” diğer kişi ile “doldurulabileceği” o kişiden alacağımız sonsuz derecede derin sevginin, bizim bu “boşluklarımızı” kapatabileceği inancımız gelir dikiliverir önümüzde…

Peki sizce bu ne kadar doğrudur? Düşünün bir kere, kendi kendimize sevemediğimiz “ben” kişisini karşımızdaki can-ım sevgilimizin deliler gibi sevmesini, her anını bizimle doldurmasını isteriz. Bu bazen olmayabilir ve bazen gerçekten bir isan bize çokça sevgi verebilir; de bu sizce “kendi kendimize anlattığımız” veya kendi kendimizle kaldığımız zaman yine içimizden yükselmekte olan “sevilmeye layık değilsin” inancımızı öldürmeye yeter mi? İçimizdeki o muhteşem derinlikteki “değersizlik” duygusu ve kendi değerimize inanmamak halimiz bir başkasının bize verecek olduğu muhteşem hediyeler ile, büyük değer gösterileri ile veya sadece birlikte zaman geçirmek ile farklılaşabilir mi? Tek başımıza kaldığımızda yine kulağımızda çınlayacak olan “bunu hak etmiyorsun, sen bu değerde değilsin” olmayacak mı?

İşte evliliğimin son döneminde o kadar fazla boşluk ile doluydum ki aslında içimden bana haykıran “değersizlik” duygum neden sevildiğimi ve hatta evli olunmaya bile layık olmadığımı söyleyip duruyordu. Peki dışarı ne olarak yansıyordu bu, karşımdaki kişinin sevgisini anlayamıyordum, ilgisini kavrayamıyordum veya o kişi hayatımdan uzaklaştığında ve tamamıyla doğal olarak başka bir kadına itildiğinde dışarıdan “onun ilgisi ile doldurmakta” olduğum bu derin boşluklarımla tek başıma kaldım ve ilgi dilenir hale geldim… Fakat o kadar açıktı ki aşk veya sevgi dilenilmezdi, sadece olur, oluşur ve yaşanırdı, o kadar… Ne daha az ne daha fazla…

Daha sonraki dönemde kendimle uzun uzun tek başıma kalmak duurmunda kaldım. Sevgi, değer, özsevgi, özsaygı ve kendi kendime “ne olduğum, ne hissettiğim”, hayatta amacımın, sebebimin, varlığımın ne olduğu sorusuna çokça yanıt aradım… İşte içimdeki boşluklar ancak “ben onlara cesaretle bakabildiğimde dolmaya başladı” ve bugün biliyorum ki aynı anda bin sevgilim veya eşim bile olsa, bu içimdeki hiçbir boşluğu doldurmaya yetmeyecektir… O boşluklar her daim ve sadece bana ait olacaklar ve tek yapmam gereken yeterince cesur olup onların bu varlığını çok sevmek ve onlarla yaşamayı onları dönüştürmeyi öğrenmek…

Ve işte bizler ancak bu aşamadan sonra, o can-ım yansımalarımız hayatımıza girdiğinde sevgiyi, değerimizi, neden bizim yanımızda olduklarını, neden tutkuyla baktıklarını, neden bir başkasına değil de sadece ve sadece bize güvendiklerini, neden bizde kendilerini kaybettiklerini ve en önemlisi neden bizi sevmekten korkmadıklarını açıkça görebiliriz…

Hayatta her ne konumda, yaşta veya tecrübede olursak olalım, içimizdeki boşluklar dışarıdan aradıklarımız ile dolmayacaktır, bu hissedemediklerimiz veya “kendi kendimize” veremediğimiz ne varsa yine bunu kendimize verebilecek olan tek kişi bizleriz… Dışarıdan gelecek bir sevgili kendimize olan sevgisizliklerimizi kendi özümüze olan güvensizliğimizi kendi özümüze olan saygı yoksunluğumuzu ve en önemlisi kendi özümüze olan değersizlik düşüncemizi değiştiremeyecektir. Bu yüzden bir ilişkide bir sevgilide arayıp da bulamadıklarımız veya “beni istediğim kadar çok sevmiyorsun, bana istediğim kadar çok ilgi göstermiyorsun, benimle istediğim kadar çok vakit geçirmiyorsun” gibi bir türlü bitmeyen “taleplerimiz”, öncelikle bir kez dönüp kendi kendimize kendi içimize bakmamızı gerektirir…

Bugün bu yazımda bana eşlik eden sevgili sen, bu ilişkide kimi suçluyorsan ne senin o muhteşem boşluklarını doldurmaya yetmiyorsa veya ne için bir türlü “yeterince” karşılık göremediğini düşünüyorsan çok dikkatlice ve kocaman gözlerle kendine bakmanı dilerim… Dışarıdan bu boşlukları doldurabilecek kimse ama kimse yok; sana en büyük sevgili en büyük aşk ve en deli arkadaş olacak olan yine sensin…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam