Hazal Yılmaz’ın Uplifers itirafları

Hazal Yılmaz ile Keyifli Bir Röportaj Yaptık
Hazal Yılmaz ile Keyifli Bir Röportaj Yaptık

1. Bize biraz Hazal Yılmaz ve Urban Confessions’dan bahseder misin? İkisi aynı Hazal mı, yoksa Urban Confessions’ta başka biri mi var? Hayatının ve blogunun iç içe geçmiş olduğunu düşünüyor musun?

Evet. Yazdıklarımda samimi olduğumu düşünüyorum. Gezmeyi; aşık olmayı; aşk acısına yetti diyebilmeyi; lezzeti yemekler yemeyi; galerilerde dolaşmayı; Anthony Bourdain, Albert Camus, Stephen Zweig, Murathan Mungan, Lawrence Block okumayı; konserlerde gözümü kapayıp da müziği dinlemeyi; başka ülkelerin sokaklarında kaybolmayı; yan masadaki insanlarla sohbeti; festivalleri; parkta bisiklete binmeyi; hava alanında beklemeyi; pilates, yoga, yüzme, pinpon, okey, tavla gibi sporları; mahalle kahvelerini seven biriyim. Hayatın her saniyesinde söylenmek için çok şey bulabileceğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Ben mümkün olduğunca, kendimize ayırdığımız anlarda mutlu olabileceğimiz konulardan bahsetmeye çalışıyorum. Onu bunu eleştiren, polemiğe giren, ahkam kesen bir tavrım yok. Hayatıma bakıyorum ve iyi bir fotoğrafçı ya da sinematograf veya şair olamadığım için, kısa hikayeler yazıyorum.

2. Yazılarını yazarken nelerden besleniyorsun? İlişkiler konusunda yazarken tek kaynağın kendi deneyimlerin mi? Uplifers’ın pleasure up okuyucuları için paylaşmak istediğin özel bir ilişki hikayesi var mı?

Fırçası olmayan ressam, sesini kaybeden müzisyen, demirleri istediği gibi kesemeyen heykeltıraş ne hissediyorsa ben de kelimelerle haşır neşir olmayınca aynı travmaya kapılıyorum. Partide bir kenara oturmuş notlar alırken, gece Tolstoy gibi uykumdan uyanıp yazmaya başlamışken bulabilirsiniz beni. Yazı bir sanat. Dolayısıyla ilham almak, kendini geliştirmek, sesini duyurmak zorunda. Blogumda yazdıklarım, her kadının içinde bulunan “ben yeterli miyim?” duygusunun parodileri. Kimisinin hikayesi kendimden, diğeri dinlediklerimden, bazısı film sahnesinden, şarkı sözünden, kitapta altını çizdiğim cümleden çıkıyor.

Geçenlerde şöyle bir yazı yazdım: “Bir defter buldum. Çizgili, kabı lacivert. İçinde King puanları (elimdeki verilere göre Ali kazanmış, hangi Ali acaba?); Twitter icat edilmeden önce kağıda çiziktirdiğim geceyarısı aydınlanmaları; başlayıp da bitmemiş hikayeler; ilk cümlesi yazılmamış romanların isimleri var.

En son sayfasında Gizli Bahçe’de tanıştığım çocuk, fotoğraf dersindeki oğlan, Onur, Can Y. gibi isimler sıralanmış. Bazısıyla vişne-vodka içtiğim dönemlerde İstiklal Caddesi’nin bir başından diğer ucuna yürümüşüz sadece; diğerleriyle duşta, sahilde, kayıkta, su birikintisinin olduğu herhangi bir eksende sevişmişiz. Birine mektup yazmışım, diğeri adımı duvarların üzerine kazımış. Teki bir gecede en kötü alışkanlıklarımdan kurtarmış, öteki baş ağrısı, James Amerikalı, Thomas Polonyalı, Pedro Brezilyalı.

Hiçbirinin duygusu, teninin kokusu, parfümünün markası sinmemiş yastığıma. Evime, odama, çarşafın sınırları içine almamışım.

Deneme tahtası diyorum bazen bu alana. Olmamışlıklar üzerine çay demleyip içiyoruz sabah kahvaltısında.”

Aşk hikayesi deyince, bu geldi aklıma.

Hazal Yılmaz ile Keyifli Bir Röportaj Yaptık
Hazal Yılmaz ile Keyifli Bir Röportaj Yaptık

3. İlk aşkını anlatır mısın? Sonraki ilişkilerini nasıl etkiledi? Bugün ilişkilere dair yazdığın şeylerde onun izlerini bulabilir miyiz?

Anaokulunun son gününde evdeki telefon çalmış. Hilmi, telefonu açan anneanneme “Hazal’a söyler misiniz lütfen, onun adını bulutların üzerine yazdım” deyip kapamış. Bizim ailede hep bu hikaye ilk aşkım olarak anlatılır ama asıl ben o zamanlar folklor eşim Mustafa’ya aşıktım. Klasik bir oğlan kızı, kız başka oğlanı, başka oğlan hem o kızı, hem başka kızı vakası.

Daha sonraki yıllarda, platonik olmayan aşklardan bahsedecek olursak lise zamanlarına gelmem gerekir. Pearl Jam konserinde uzaktan gördüğüm oğlanı herkese sormak suretiyle bulmuş, ardından Galatasaray Lisesi’nde okuduğunu öğrenip bir sonraki hafta ziyarete gitmiştim. Gel gör ki benim gördüğüm oğlan o değil. Devamında öğreniyorum ki meğersem ikizi varmış, o da İstanbul Erkek Lisesi’nde okurmuş. Hadi, bir çıkartma da oraya yapıyoruz. Doğru çocuğu bulunca ben başlıyorum mektuplar yazmaya. İçinde sana aşığım sözü olmayan bu mektuplar, o zaman okuduğumuz edebi ve felsefi yazarlardan alıntılar içeriyor. Altı ay süren bu tek taraflı iletişim sonunda bir Pazartesi günü Çiçek Pazarı’nda buluşup sevgili oluyoruz; o beni, beş ay sonra Art Fest’e başka bir kızla gelmek suretiyle terk edene kadar. Sonra ağla, zırla, durumun üstesinden gel seansı açılıyor. Bir yıl sonra geri geliyor adam, ben seni seviyorum diye. Yok canım diyorum, geçti o günler.

İki şey öğrendim ben aşk konusunda… Birincisi seçilen değil, seçen olmak tarafındayım işin. Ruhum paraya, pula, otoriteye değil; yeteneğe, zekaya, huzura kayıyor. İkincisi de şu: gideni geri almam, bir kerelik bende adamın hakkı. Giden, ya daha iyisini bulamayacağım endişesiyle geri gelir çünkü, ya seni mutlu görmenin kıskançlığıyla olaya el koymak ister ya da hesaplaşmadır onun ajandasındaki bir numaralı mevzu. Gerçek ilişki için bunların üstesinden gelebilmek, zorluklarla büyümek lazım diyen arkadaşlarım var ama kendilerine adamın ayrılık bahanesiyle sekiz ayrı kadınla yatmış olduğunu, bu süre içinde beraber olmadıkları için vicdani bir hesap durumu da kalmadığını hatırlatmak isterim.

Hazal Yılmaz ile Keyifli Bir Röportaj Yaptık
Hazal Yılmaz ile Keyifli Bir Röportaj Yaptık

4. Bugün ilişkilere bakışın nasıl? Seni en çok mutlu eden, ya da en çok tatmin eden ilişki nasıl olmalı?

İlişkileri sonsuza kadar tanımıyla yaşayamıyorum ben. Bir sonraki ay seyahat planları yapamıyor, düğün davetiyelerine “iki kişi olacağız” diye cevap veremiyor, “şuraya bir kütüphane alsak mı” gibi ortak eylemlere giremiyorum. Genellikle en garip durumlarda bulursunuz beni; Prag’da Viyana’dan gelen bir oğlanla buluşup, anlaşamayıp, Amsterdam’a giden bir başkasının peşine takılmış olabilirim; Berlin’den Polonya’ya üç yıldır haber almadığım eski sevgilimi görmeye gidebilirim; dört gün sonra biteceği kesin gibi görünen aşktan bir sevgi yaratabilirim. Anlayacağınız bakışım: dibine, bittiği yere, biri diğerine katlanamayacak duruma, güvenin bitip maillerine baksam mı sorusunun beyne düştüğü yere kadar. Bazı klişeler güzeldir: Saygı olmayan yerde sevginin nefes almasına imkan yok.

5. İlişkilerin, yazılarına konu olabilmesi için herhangi bir sınırın var mı? Belli bir taramadan geçiriyor musun?

Yok. Her şey yazılarıma konu olabilir. Ben asıl bana yazı yazmayı unutturan adamdan korkarım.

6. Sence, nerede, hangi dönemde veya nasıl bir hayat yaşıyor olsan, aşkın tadını tam anlamıyla çıkarabilirdin? Harika bir ilişki için hayalinde yarattığın dünya nasıl bir yer?

70’lerde groupie kimliğimle Jim Morrison yanında tura çıkmak ya da 1930’larda caz müzisyeni olarak Cadillac ile gezip viski içmek isterdim. Gördüğünüz gibi her şekilde ya geziyorum ve içiyorum. Bence hayatın tadı merakının daha da arttığı anlar ve kontrolü elden, akışına bırakabildiğin zamanlarda çıkıyor.

7. Uplifers hakkında neler düşünüyorsun?

İtalyanca Tiramisu beni yukarı çek demekmiş. Sizin siteniz de bana onu hatırlattı. “Seyahatseverler için Instagram rehberi” isimli yazınızı en sık okunanlara aldım.

hazalyilmaz.com   cokgezenlerkulubu.com   twitter: @anlamarama   instagram @anlamarama

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!