Hayatınızın terazisi “sizsiniz”

Terazinin iki kefesinin manasından doğmuştur; sağ ve sol; iyi ve kötü; var ve yok; yani tüm olanların ve olacak olanların da dengesi aynı ölçekte birleşir… Hani bazen olaylar karşısında çaresiz kalır, deriz ki “boşa koydum dolmuyor, doluya koydum taşımıyor”. Peki neden dengede olmak, dengeli olmak, hayatımızdaki bu “denge” kavramı bu derece önemlidir? Neden denge bizim vazgeçilmezimizdir? Bazen farkında olmadan dengeyi bozduğumuzda, örneğin çok yorulduğumuzda, örneğin çok fazla çalıştığımızda veya kendimizi ihmal ettiğimizde hayatımız alt üst oluverir değil mi? Evren bize bir şekilde gösterir “dur, silkelen ve dengene dön”… İşte dönüp dolaşıp da bulamadığımız bu denge nedir? Nereden gelir dengenin kaynağı ve bizler bu hayat süremiz boyunca neden dengeyi ararız?

Evrenin yaradılışına bakarak başlayabiliriz. Her şey mükemmel bir denge ile dizayn edilmiştir. Tasarım muhteşem bir denge içerir, gece gündüzü izler, yağmur buluttan akar ve sonra yeniden buhar olarak sistemde var olur, sonra yeniden su olur fakat dengesinden ve güzelliğinden hiçbir zaman yitirmez… Mevsimler dengededir, dünyanın hangi noktasına gidersek gidelim, bu gezegenin hareketi dengeyi korur; fakat işte “sürekli kuraklık” olan topraklardaysak bu noktanın dengesi buna ayarlanmıştır, su kaynakları daha az ve bitki örtüsü buna göre düzenlenmiştir… Ya Kutuplarda bulunuyorsak, o zaman soğuk ve kış şartlarına hazırlamamız gerekir kendimizi; bu noktanın dengesi bunu gerektirir… Bitki örtüsünde, hayvanlar aleminde ve tüm evrende bir denge görürüz. Öyleki yıldız kümeleri, gezegenler ve tüm evren tam bir denge ile oldukları noktaya yerleştirilmiştir. Herhangi bir tanesinin yörüngesinde veya bütünlüğünde oluşabilecek bir değişiklik tüm sistemi dengesizliğe; yani dengenin bozulma haline sürüklemeye yetebilir…

Şimdi biraz da hayatlarımızdan örnekler vererek denge konusunu değerlendirelim, yine kolay bir yolculuk olmayacak… Çünkü bizler aslında hayatımızda hiç farkında olmadan hızla ve kontrolsüzce o “dengesizlik” bölgesine çoktan girmiş oluruz çoğu durumda. Belki hepimizin en sık duyduğu denge ve dengesizlik halidir iş-yaşam dengesi. Uzun çalışma saatlerimiz vardır, hafta sonlarımızı bir çırpıda bitiriveren, hatta bizim haftasonlarımızı vermiş olsak da bitiremediğimiz işlerimiz vardır… İş seyahatlerimiz vardır özel hayatımızdan feragat etmemizi gerektiren. Tabii ki hayatımızı idame ettirmek ve ihtiyaçlarımız için, kendimiz için çalışmaya ve evet gayretle çalışmaya devam edeceğiz.

Fakat sadece “dışarıdan” bakan bir gözün görebileceği dengenin bozulması durumu, bizler gecenin geç saatlerine kadar sürekli çalıştığımızda, bir ofiste çalışıyorum diye bir ayda beş kilo birden aldığımızda, kendimizi sürekli mutsuz hissettiğimizde, içimizi ve beynimizi temizleyecek bir şey yapmadığımızda ve iki sözümüzden bir tanesi yalnızca iş olduğunda ortaya çıkar işte bu dengesizlik durumumuz… Sonra ailemiz ile geçirebileceğimiz zamanımızdan vazgeçmek gelir, bu bölümü daha “aza” indirgeyip yine iş hayatımıza emek vermek gelir. Peki geçen yıllar sonunda bel fıtığı gibi, boyun fıtığı gibi veya sürekli veremediğimiz fazla kilolarımız gibi sorunlar ortaya çıktığında ne deriz? “Neden bu sorunlar beni buldu” diye sorarız değil mi, bence cevabı oldukça açıktır; hayatımız “dengesizdir”.

Sadece iş yaşamımız için geçerli değildir bu durum; en önemli dengesizliklerin oluşabildiği diğer nokta ilişkilerimiz veya evliliklerimizdir. Burada denge çift taraflı bir unsur haline gelir; öncelikle bireylerin kendi içlerinde dengesi ve daha sonra ise bir arada oluşturdukları yani ilişki durumunda olmak kaynaklı olarak oluşturdukları denge hali. Tabii ki bu iki kavram aslında tamamen bağımsız düşünülemez çünkü ilişkinin dengesi bireysel denge halini etkilediği gibi, bireysel olarak kişilerin yani bizlerin denge durumumuz da ilişkilerimizin dengesini etkiler. Hemen bir örnekle açıklayabiliriz, yine kendi evlilik tecrübemden benim için hiç kolay olmayan bir örnek vermek istiyorum.

Evliliğimin son dönemlerinde güven konusunda çok dengesiz bir noktaya gelmiştim, öncelikle kendime güvenmiyordum ve kendime güvenmediğim gibi çok sevdiğim adama da güvenmiyordum. Tabii ki bunda farklı faktörlerin etkisi de vardı. Fakat bu güvensizliğim o derece artmıştı ki sürekli ilgi talep eder hale gelmiştim, kendi kendimle kalamıyordum. Hayatta kendim ne için var olduğum ve öncelikle birey olduğum gerçeğini tamamıyla unutmuştum… Sonuçta ikimiz de daha agresif daha depresif ve gittikçe birbirinden uzaklaşan iki birey olduk… Bu dönemde birbirimizden bağımsız olarak da yaşadığımız birçok dengesizlik ve konuşamadığımız birçok gerçek vardı.

İlişkilerimiz özelinde dengesizliğe geçişi etkileyen bir diğer en önemli kavram ise “kendinden vermek”, yani “kendinden önce karşındakini düşünmek” kavramıdır. Bu bir terazinin kefesini doldurmuşken elimizle karşı kefeye daha fazla koymak ve bunun sonunda da “neden beni dengelemiyor” diye sormaya benzer… Eğer gerçekten dengeli gerçekten karşılıklı saygı ve sevginin muhteşem bir uyum içerisinde olduğu ilişki veya evlilikler istiyorsak, terazimizin kefesini doldurmamız gerekir; karşıya koymak için boşaltmamız değil.

Yine kendi tecrübemden bir örnek ile açıklayabilirim; ben kalp kırıklıklarımı sözel olarak dile getiremediğim her durumda hediyelerle durumu değiştirmeye çalıştım, içimden gelenleri ifade edemedim ama çok güzel bir hediye aldım örneğin… Sonunda gördüm ki bu “vermek” halim yani “kırıldıkça daha çok vermek” halim aslında sadece “daha fazla kalp kırıklığı” olarak geri dönüyor. Ben dengeyi terazinin karşı kefesi yönünde bozdukça, o kefe daha da ağır basar hale geliyor… Aslında yapmam gereken, kendi kefemi tam olarak doldurmak, yani tüm kalbimi kıran durumları açık açık tartışabilmekti…

İşte bu örnekte olduğu gibi, ilişkilerimiz veya evliliklerimiz aynı yaşayan bir organizma gibi de düşünülebilir. Siz bir çiçeğin suyunu, güneşini, oksijenini verirseniz, ona sevginizi de eklediğinizde muhteşem bir denge ile büyüyecektir. Fakat bu sistemde tek bir eksik olursa aynı hızda büyümesi imkansızdır, eğer birden fazla eksik olacak olursa, bu durumda yaşaması imkansız hale gelir… 

Bugün bu yazımı okuyan sen, hayatının terazisi neyi göstermekte? Kendin bu kefeleri gerçekten doldurabiliyor musun? Her şey olduğu gibi mükemmel ve dengede mi? Hayatını, işini veya eşini, o terazinde kendinden daha yukarılara mı koymaktasın? Ya çocuklarını ya anneni babanı ya arkadaşlarını? Parayı, işi, kariyeri veya bir araba sahibi olmayı veya bir ev sahibi olmayı hayal ettiklerini gerçekleştirmekten daha ön plana mı almaktasın?

Hayatının mükemmel dengesi senden ibarettir, sen dengeni gönülden bil yeter…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam