Gün boyunca kendimize anlattığımız “kendimiz”

Ne yaparsak yapalım, her nereye gidersek gidelim, ne kadar sıkılırsak sıkılalım bir tek şey var içinden çıkıp da bir yere bırakamadığımız; o da biz olmak, yani kendi kendimiz olmak, kendimizle kalmak.

Evet bazen öyle bir nokta geliyor ki ‘kimseyi görmek istemiyorum’ diyebiliyoruz, kimseyle konuşmak istemeyebiliyoruz veya ‘bugün sadece kitap okumak geliyor içimden’ diye söylenebiliyoruz. Yani tek başımıza, sadece kendimizle kalmak isteyebiliyoruz. Diğer zamanlar etrafımız oldukça kalabalık olabiliyor, arkadaşlarımız dostlarımız ailemiz onlarla vakit geçirmek çok güzel geliyor hepimize. Kalabalıklar içerisinde bir an bile kendi kendimize kalabileceğimiz zamanımız olmuyor o kendi iç sesimizi pek duyamıyoruz böyle zamanlarda.

Her ne durumda olursak olalım, kalabalıkları arkamızda bırakabiliyoruz. Belki çok sevdiğimiz bir eşi unutabiliyoruz, belki çok yakın hissettiğimiz bir dostumuz ile bağımız kopabiliyor ama bir “o” her zaman bizlerle oluyor. Bir ömür boyu; kendi kendimiz, yani içimizdeki ses, yani içimizdeki biz, veya ne derseniz, nasıl tanımlarsanız… Asıl içimizde yaşayan ruh, içimizde yaşam bulan benliğimiz, kimliğimiz. O, her zaman; uyanık olduğumuzda ve uyurken, dünyanın her neresine gidersek gidelim her an yanımızda.

Düşünün bir hayatı birlikte geçirmekteyiz, peki hiç durup dinledik mi bize neler söylemektedir? Aslında her an sanki eline mikrofonu almış bir solist gibi veya bir kitabın sayfalarını çevirir gibi bize hangi hikayeleri anlatmaktadır, aslında biz kendi kendimize kendi içimizden kimsenin dışarıda duyamayacağı kadar gizliden: 

Kendimize kendimizi nasıl anlatırız?

Bunun için gelin hepimizin çok aşina olduğu bazı seslere gidelim, kafamın içinde yankılanıyor dersiniz bazı dönemlerde değil mi? Örneğin; ‘onu hak etmiyorsun, seni gerçekten yeterince seviyor mu, seni beğenmeyecek, neden seni beğensin ki sen güzel bile değilsin, sence bu kızın yerinde olsan kendini yakışıklı bulur muydun bence cevap belirli, seni istemeyecek gel vazgeç, bu ay sonunu göremeyeceksin paran asla sana yetmeyecek her zaman az geliyor hiçbir zaman yeterince para kazanamayacaksın, hayal ettiklerine sahip olamayacaksın’ veya ‘hep şişmansın sürekli kilo alıyorsun çok çirkinsin kendine aynada bir baktın mı, seni kim ne yapsın senin kendine bile beğenin yok, sen kendin bu çirkinliğini bilirken başka biri seni nasıl beğenebilir nasıl sevebilir’…

Öyle önemlidir ki, bu sesleri bütün gün dinleriz, evet belki ‘tüm gün zamanım bile olmuyor, ben bunlardan hiçbirini kendime söylemiyorum’ diyeceksiniz, ama evet söylüyoruz, hepimiz söylüyoruz. Kendimize tüm gün biz uyanık oldukça her an kendimizi anlatıyoruz. Örneğin ben şu anda bu yazıyı yazarken, geçtiğimiz haftalarda ayağımda oluşan bir hassasiyet dolayısıyla çok sevdiğim sabah koşuma gidememiş olduğum için, arka planda o benim içimdeki Pınar o susmak bilmeyen ses, ‘başaramayacaksın’ diyor hazır değilsin, antrenman yapmadın, kalacaksın, beceremedin, yetersizsin, sağlıksızsın diye tekrar tekrar muhteşem yayınına ve sabotajına devam ediyor. Fakat işte bu sesleri dağıtmak için öyle bir gücümüz var ki, şimdi aslında biraz ondan bahsetmek istiyorum…

‘Nerede’ diyeceksiniz bu güç, tam olarak göğsümüzün ortasında, o olağanüstü kalbimiz, o kanımız canımız kalbimiz. Eğer bir şeye kalpten inanırsanız, güvenirseniz ve kalpten isterseniz ve kalpten bilirseniz işte o sizin gerçeğiniz asıl yayınınıza dönüşür.

Şimdi gelin benim içimdeki delilere yeniden dönelim. Kalbimi dinliyorum, içimden biliyorum ki ben gelecek hafta muhteşem bir performans göstereceğim, sadece bu cesaret ile katılacağım yarışmada olmak bile çok güzel. Asla başaramayacağıma inanmıyorum, adeta bir güneşin doğuşu gibi kesiyorum bu cümleleri, duymayı reddediyorum, ben kalpten inanıyorum. Her ne olursa olsun ben kendime inanıyorum, güveniyorum, kendi kendime burada şu anda yazarken bile tekrarlıyorum; ‘başarabilirim, ben çok çalıştım, çok seviyorum, çok sevdiğim bir şey yaparken her an her zaman başarılı olacağım ben inanıyorum, bugün sağlığıma kavuşacağıma ve performansımı çok daha üstün bir noktaya taşıyabileceğime inanıyorum’…

Tüm gün kendimizi izleyelim, kendi kendimize yine kendimizi “yapabilirsin, sen bir şampiyonsun, çok güzelsin, seni çok seviyorum, sana inanıyorum, her durumda sadece kalbime ve kendime güveniyorum, bugün muhteşem bir gün, bana ulaşacak tüm muhteşem olasılıkları kucaklıyorum’ gibi cümlelerle mi anlatmaktayız yoksa bizlerin kurduğu cümleler adeta bir “karanlık kara bulut gibi” o güzelim kalbimizin üzerine mi çöküyor? Kendi kendimize yine kendimizi ‘yapamayacaksın, böyle olacağı zaten belliydi ne bekliyordun ki, sen bugüne kadar hep başarısız oldun, sende şans olsa bu durumda olmazdın, kazanamayacaksın, asla istediklerin olmayacak hep ikinci planda kalacaksın, o istediğin terfiyi alamayacaksın hak etmiyorsun’ gibi cümlelerle mi anlatmaktayız?

Ben buna aslında kendimle sohbet etmek diyorum. Şöyle düşünelim; karşımızda bizim yansımamız olan bir arkadaşımız var, her nereye gidersek gidelim sabah uyandığımız andan itibaren her zaman yanımızda. Biz kendisine soru sormasak bile durmadan bize aynı kelimeleri tekrarlıyor, örneğin şunu seçelim ‘ben bir şampiyonum’…

Düşünün, tüm gün yanınızdaki bu yansıma size ‘sen bir şampiyonsun’ diyor. Ne hissederdiniz ben hemen söyleyeyim, bir süre sonra sadece mutluluk hissedersiniz, omuzlarınız dikleşir, önünüze çıkan sonuçlara şöyle bakarsınız ‘bir şampiyon asla vazgeçmezdi, bu sorunu çözmek için ne yapabilirim, bir şampiyon pes etmezdi çok çalışırdı, ben daha ne kadar ve nasıl çalışabilirim’ veya ‘bir şampiyon mutlaka kendi bakımına özen gösterir’ diyerek kendimize ve sağlığımıza daha yakından dikkat ederdik. Yani gerçekten “bilincimizde” bir şampiyon olduğumuzu kabul eder, gün içerisinde tüm akışımızı buna göre şekillendirirdik.

Şimdi aynı yansımanın tüm gün bizimle birlikte şu cümleyi tekrarladığını düşünelim ‘sen bu adamı hak etmiyorsun’. Tekrar tekrar dinlediğimizi düşünelim. Ne yaparız, ilişkimizde bir kere “bizden daha üstün bir adam vardır”, giderek kendimizi sıfırlamaya başlarız, varsa yoksa onun zevkleri ve arkadaşları olur çünkü bu hak etmediğimiz adam her an bizi bırakabilir. Hep korkarız veya ne yaparsak onun için yaparız. Öyle bunaltır öyle kendi kendimizin kıymetinden ve güzelliğinden vazgeçeriz ki sonunda gerçekten ilişkimiz biter, yani inancımız hayatımızda tezahür eder. Kendimiz tanımlamışızdır, biz “hak etmiyoruzdur” ve o hak etmediğimiz de zaten gitmiştir…

Her an her saniye kendi kendimize neler söylemekte olduğumuz aklımızdan geçen düşüncelerimiz, neyi telkin ettiğimiz ve neye gerçekten inandığımız çok önemlidir. Bugün bu yazımı okuyorsanız, kendinize güzel sözler söyleyin, kendi değerinize inanın, kendi muhteşemliğinizi onurlandırın. Siz çok güzelsiniz, her şeyin en güzelini hak ediyorsunuz ve “kendi kendinizi” tanımlamak için her zaman şansınız var; bugün bunu “en muhteşem” şekilde kullanın. Şimdi yüksek sesle tekrar edin, ‘ben kendim, seni çok seviyorum, seninle olduğum için çok şanslıyım, bugün burada seni fark ettiğim için teşekkür ederim, sana tüm hayatım boyunca elimden gelen en iyi şekilde bakacağıma söz veriyorum’.

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam