“Copy-paste beyin” ve sonsuz yaşam

Bilgisayar teknolojileri üzerine araştırmalarıyla tanınan bilim insanlarından Ray Kurzweil’e göre; bu yüzyıl içinde insan zihni/beyni (tam olarak kast edilenin, İngilizce’deki ‘mind’ kavramı olduğunu belirtmekte yarar var) dijital ortamda muhafaza edilebilir olacak ve bu da insanoğlunun sonsuz yaşam iksirine kavuşması anlamına gelecek.

dijital beyin

Buna en önemli dayanak noktası olarak Google, Facebook gibi ortamlardaki paylaşımlarımızın giderek artması ve bir yaşamı simüle edebilecek seviyeye gelmesini gösteriyor. Bu açıdan baktığımızda aslında sonsuza dek muhafaza edilebilecek ve yapay organlar gibi kavramlar yoluyla hayatını sürdürebilecek bir ‘yapay insan arayışından’ bahsediliyor.

yapay insan

Programlanabilen “sonsuz yaşam”

black mirrorKonuyla ilgili bugüne kadar kim bilir kaç film çekildi, kaç roman yazıldı; yine de eskiyen bir mesele değil. Benim aklıma ilk gelen örnek; yakın zamanda izlediğim ve hayranı olduğum TV antolojisi Black Mirror oldu mesela.

Toplam yedi bölümden oluşan ve üç sezona yayılan bu enfes serinin hemen her bölümünde, teknoloji ve bilgi çağının tüm kazanımlarını, kesinlikle ütopik olmayan; ama tam bir distopya da diyemeyeceğiniz kendine özel aurasıyla ve nefes kesen kurgular eşliğinde kıyasıya eleştiriyor Charlie Brooker. Dizinin konumuzla direkt olarak ilgili bölümü ise, serinin ikinci sezonunda yayınlanan ‘Be Right Back’.

Erkek arkadaşının ölümünden ötürü duyduğu derin üzüntüyü dindirebilir umuduyla, yakın arkadaşından aldığı tavsiyeye zoraki de olsa uyan ve onun tüm dijital verilerinin bir araya getirilmesiyle canlandırılmış sentetik versiyonuna yeniden ‘Merhaba’ diyen bir anne adayının yaşadıkları konu ediliyor.

black mirror be right back

İçi elektronikte, dışı plastik estetikte ulaşılan son nokta denebilecek bu robo-sevgili; tıpkı eski sevgili gibi görünüyor ve onun gibi konuşuyor. Yemek yemeye hatta sevişmeye ihtiyacı olmadığı halde, kız arkadaşının arzularına uygun olarak ‘programlanabiliyor’. Özellikle bu gerilim anlarında senaristler ve oyuncular gerçekten iyi bir iş sergiliyorlar.

Daha fazla ‘spoil etmeden’ her zamanki türden sorularımızı soralım ve bu dijital veri tabanlı sonsuzluk arayışını biraz deşelim isterseniz:

  • Bizi biz yapan yaşadıklarımızın ‘biricikliği’ yani aynı şartlar yeniden bir araya getirilse dahi tekrarlanamayacak oluşları değil mi?
  • İnsanları bir araya getiren onların kusursuzlukları mı yoksa hataları mı?
  • Bir insanı insan yapan ve ilişkilerinde de onu cazip kılan kusursuzluğu ise; her yönden bizim kusursuz taklitlerimiz olmaya aday teknolojik varyasyonlarımız bizim yerimizi aldığında, dünyamız bugünkünden daha mı ‘yaşanılabilir’ olacak?
  • Kusursuz insanın olmadığından eminiz. Peki, kusursuz insanın olmadığı yerde kusursuz teknoloji beklemek bir paradoks değil mi?

Sizden de kim bilir ne sorular çıkacaktır! Konu hayli derin ve kafa yormaya değer.

Yazarın diğer yazıların için tıklayın.

Gürsoy Ercan
2004 yılında Galatasaray Üniversitesi’ni kazanmış, Fransızca temelli eğitim veren bu kurumda, altı yıl boyunca İletişim Fakültesi’ne devam etmiştir. 2006 yılında henüz üniversiteye devam ederken, ... Devam