Beynimiz kalbimizi kandırıyor olabilir mi?

1948 senesinde Amerika’da nörobilim dünyasını yüz yıldan fazla etkisi altına alan talihsiz bir kaza gerçekleşti. O sıralarda Phineas Gage adlı 25 yaşında bir genç, demiryolu fabrikasında çalışıyordu. Fabrikadaki bir patlama sonucu,  yaklaşık 1 metre uzunluğunda ve 3 santim çapında demir bir boru, Gage’in sol elmacık kemiğinden girip, kafatasının ön kısmında bir delik yarattı. Deliğin ön frontal kortekste oluşturduğu ağır hasara rağmen, Gage kaza sırası ve sonrasında; ne bilincini, ne de hafızasını kaybetmişti. Gage’in beyninin tüm fonksiyonları yerinde gözüküyordu, eskisi gibi konuşabiliyor ve yürüyebiliyordu. Eskisine göre yerinde olmayan tek özelliği, kendini kontrol etme yeteneğiydi. Gage tamamen yeni bir kişiliğe bürünmüştü. Onu eskiden tanıyanlar ona “No longer Gage” ismini takmışlardı ve Gage’in yeni halini irrasyonel ve karmaşık buluyorlardı. Tüm arzu ve duyguları tamamen dürtüsel şekilde işliyordu. Çalıştığı fabrikanın lojistiğine hala hakim ve fiziksel olarak eskisi gibi çalışabilecek durumda olan Gage, duygu ve dürtülerini kontrol etme yeteneğine sahip olmadığından, iş arkadaşlarıyla geçimsizlik sebebiyle işten çıkarıldı.

Phineas Gage'in kafatası
Phineas Gage’in kafatası

Beynimizde duygularımız oluşurken, merkezi sinir sisteminden gelen duyu sinyalleri; gördüklerimiz, duyduklarımız ve hafızamızda kaydettiklerimiz, kompleks bir filtreden geçer ve beynin ortasindaki limbik sisteme ulaşır. Limbik sistem, Gage’in zedelenen ön korteksiyle doğrudan bağlantılıdır Duygular ikinci filtreye burada alınır ve rasyonelleştirilir.  Bazen öfkeden birilerine veya kendimize zarar verecek bir şeyi yapacakken kendimizi durdurabilmemiz, ön korteksin dürtülerimizi frenlemesi sayesindedir. Gage gibi beyinin ön korteksinde zedelenme meydana gelmesi veya demans gibi merkezi sinir sisteminin bazı kısımlarını yok eden hastalıklar sonucu ön korteksi eskisi gibi çalışamayan kişilerde, duygu ve dürtülerin kontrol edilmesi imkansızlaşır.

Duygusal süreçler, beynimizde bilişsel süreçlerden ayrılırlar.  Duygusal bir tecrübe, her türlü düşünceyi, planı içerebilir. Bu süreçte kalp hızlı atabilir, ağız kuruyabilir, eller terleyebilir, bacaklar titreyebilir veya yüz kızarabilir. Kızgınlık veya mutluluk gibi güçlü duyguları sözlerle ifade etmekte zorlanabilirsiniz ama kendinizi, mimiğiniz ve vücudunuzdaki fizyolojik değişimlerle ele verirsiniz. Sesiniz, duruşunuz değişebilir. Demek ki duygu, zihinsel, fiziksel ve hormonal bir çok parçadan oluşan bir durumdur.

Duyguların sadece rasyonelleştirilmesi değil, bilinçli bir şekilde algılanması veya nitelendirilmesi de bir o kadar önemli ve karmaşıktır. Peki ya duygularımız bize hep doğruyu mu söyler?

Çok hoşlandığınız birisiyle akşam yemeğine çıktığınızı düşünün. Çok heyecanlısınız ve buluşma saati yaklaştıkça elleriniz terlemeye, kalp atışınız hızlanmaya başlıyor. Sonunda buluştuğunuzda, ağzınız kupkuru ve inanılmaz gergin hissediyorsunuz. Bunların hepsi, endişe ve anksiyete göstergesi olmasına rağmen, geceniz güzel geçtiyse, bu hissettiklerinizi yanlışlıkla aşk olarak nitelendirebilirsiniz. Yani farklı duyguların yarattığı fizyolojik durumlar benzerse, algınız o duyguları birbiriyle karıştırabiliyor.

Beynimiz Kalbimizi Kandırıyor Mu?
Beynimiz Kalbimizi Kandırıyor Mu?

Bunu Dutton ve Aron’un 1974 yılında yaptığı psikolojik bir deneyle daha iyi anlayalım. Bu deneyin katılımcıları olan genç erkekler, iki farklı köprüden birini geçmek zorundaydı. Köprülerden biri güvenli ve sağlam gözükürken, diğeri bir uçurumun üstünde, dar ve uzundu. İki köprünün sonunda da, bu deney için çalıştığını söyleyen, çekici bir kadın asistan bekliyordu. Asistan köprünün sonuna gelen katılımcılara bir anket ve de sormak istedikleri sorular için telefon numarasını verdi.  Zor olan köprüyü geçen erkekler, asistanı, diğer katılımcılara oranla daha sık arayıp, onu özel bir buluşmaya davet etti. Sebebi sorulduğunda, korkutucu köprüyü geçenlerin, sağlam köprüyü geçen katılımcılara göre; asistanı çok daha çekici, sempatik ve seksi buldukları ortaya çıktı. Köprüyü geçerken oluşan korkunun ve heyecanın beraberinde getirdiği fizyolojik uyarılmayı, cinsel bir uyarılma olarak nitelendirmişlerdi.

Sonuç olarak kalbinizin her atışı ve nefesinizin her kesilmesi hayatınızın aşkını bulduğunuz anlamına gelmeyebilir. Bazen duygularınız yanıltıcı olsa da, dürtülerinizi frenleyebilen frontal korteksinize teşekkür etmelisiniz.

Yazar hakkında:
İpek Sanal – Almanya’da Heinrich Heine Üniverstesi Fen Bilimleri Fakültesi’nde Psikoloji lisans eğitimini tamamladıktan sonra, Nöroloji yan dalı ve Fizyolojik ve Klinik Psikoloji alanlarında uzmanlık eğitimi aldı. Almanya’da farklı nörobilimsel araştırmalarda ve ilaç geliştirme merkezlerinde çalıştı.  Mesleğini bir hobi gibi gören İpek, şu sıralar Psikoterapi ve doktora eğitimine hazırlanıyor.

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!