Başkasının hayatını koşmak: Dünyaya bir kere daha gelmek üzerine

Ben de bu yazımda size hayata dair birkaç soru yöneltmek ve sizinle bu soruları cevaplamaya çalışmak istiyorum. Hepimize denk gelmiştir, hatta en çok da anketlerde bulunur bu tarz sorular. Gelin şimdi o soruları teker teker cevaplayalım… 

Geçtiğimiz cumartesi günü muhteşem güneşli havada bir sahil koşusu yaptım ki bu benim için özellikle ilham anlamında çok önemli bir aktivitedir.

Evet, uzun mesafe koşarken uzun süre düşünmeye de imkanınız olur, her şeyi düşünürsünüz, bir kere o anda terlemektesinizdir, koşmaktasınızdır, tüm kaslarınız çalışmaktadır, evet tam olarak o andasınızdır. Ama diğer yandan şu anda ne yapıyor diye düşündükleriniz vardır, gelecek ay için yaptığınız koşu planları vardır, belki bir buluşmada ne giyeceğiniz vardır, bugün karşınıza çıkan hoş bir kitapta okuduğunuz satırlar vardır, benim içinse genelde yazı konuları vardır, bu hafta sizlerle “paylaşmaya” değer yani benimle birlikte olacağınız her kelimenin muhteşem kıymeti vardır örneğin…

İşte tam bunlar aklımdan geçerken bu yazımın başlığına ilham veren bir an oldu, ben yanından geçerken bir adam, can-ım öğleden sonra güneşinin altında bir kayalığın kenarına oturdu. Yavaşça elindeki laleleri kenara bıraktı, nefes aldı, denize baktı, kokuyu içine çekti. Sonra çayından bir yudum aldı, tatlı tatlı gülümsedi… Yanındaki kovaya gitti sonra gözleri, eliyle kovayı yanı başına çekti, oltasını düzeltti ne de olsa bu onun saatiydi, onun balık tutma anıydı, ve tabi ki muhteşem keyif çayıydı…

Tüm bunlar benim yanından geçtiğim belki iki saniyelik koşu anına sığmıştı. Yani benim koşmaya devam ettiğim altmış dakikanın sadece iki saniyesine, bir günün en güzel keyfi sığmıştı, bir kişi çoktan gülümsemiş ve çoktan o keyif çayını içmişti. Sonra ben koşmaya devam ettim ve hepimizin kendimize sorabileceği çok naif bir soru sordum, en son ben Pınar olarak bu kayanın üzerinde “ne zaman” oturdum, yani gerçekten bu adamın hayatı durdurduğu, durdurup da sadece keyifle çayını yudumladığı gibi ne zaman denizin kokusunu içime çektim? Bir yere yetişme telaşı olmadan, zaman geçmeden, saat gelmeden, başkasını memnun etmek zorunda kalmadan, beklentileri karşılamayı düşünmeden en son ne zaman o hissi tattım?

Ben en son ne zaman kayalıkta oturan adam kadar “özgür” olabilmiştim?

Ben koşmaya devam ettim, sorulara cevaplar verdim tabii ki, tarihi hatırlayamadım öncelikle, evet kendim için çokça zevkli aktivite yapmaktayım ama yine aynı noktaya geleceğiz, ben de sizin içinizden geçenleri korkmadan sordum kendime, hangimiz daha özgürdü değil mi?

Ben ki kilometrelerce koşmaktaydım, görünürde “özgür olmamak” için bir sebep yoktu, peki ama beni bekleyen toplantılara, sorumluluklara, karşılanması gereken beklentilere, buluşmalara belki de “hata yapmamak” ve tabi ki mükemmel olmak haline ne demeliydi? Siz adam daha özgürdür diye içinizden geçirdiniz değil mi, evet adam bugün benden daha özgürdü ama yarın gideceği bir evi var mıydı bilmiyoruz, bir ailesi, bakmak zorunda olduğu belki hasta bir eş veya gece nöbet tutmak durumunda kaldığı bir iş, belki de sizlerle birlikte iki saniyelik keyfine şahit olduğumuz adam sandığımız kadar özgür değildi…

Gelin şimdi hep birlikte bu yazımın en başında sizlerle cevaplamaya çalışmak istediğim anket sorumuza geri dönelim, evet hepimizin aklının köşesinden geçmektedir bu soru sorulduğunda “gerçek” cevabımızı verebiliyor muyuz; dünyaya tekrar gelseniz nasıl bir hayat isterdiniz veya yine “aynı” siz olarak gelir miydiniz, istediğiniz bu olur muydu? Ve hatta değiştirmek istediğiniz bir şey olur muydu?

İşte bu soru bugün ben koştukça tekrar tekrar içimde döndü, ben mi daha mutluydum, kayalıklarda bir damla çay bir tatlı gülümseme ile bıraktığım adam mı, ben mi daha özgürdüm o bir anında güneşin mis kokusunu içine çekme özgürlüğünü kullanan adam mı, ben mi daha başarılıydım? Bacaklarımdaki ağrıya rağmen kendini devam etmek üzere programlamış olmakla, sadece balık tutmak fiilini gerçekleştirebilmenin her haline şükretmeye programlanmış olan adam mı, ben mi daha şanslıydım? Hayatta istediğim her şeye bir şekilde sahip olabilmiş olmakla, can-ım kayalıkta sadece keyfi için oturabilmenin ne ara ne pulla satın alınamayacağının canlı kanıtı olan sevgili adam mı ve ben mi daha kıymetliydim? Birden çok üniversite okumuş birden çok yüksek lisans yapmış kendi hayatını kurmuş bir birey olmakla, hayata bir saniyelik gülümsemesi ile böyle bir yazıya ilham olabilecek kadar mutluluğu içselleştirebilmiş olan kayalıktaki adam mı?

Her hayatın bizim göremediğimiz yüzü de bulunmaktadır adeta buz dağının deniz altında kala kısmı gibi.

Hepimiz işte “başkasının” hayatını koşarız o bir kez daha hayata gelsem sorusunu cevapladığımız anlarda; daha güzel olmayı isteriz belki daha çekici olabilirdim diye cevap veririz veya çok zengin olurdum deriz, daha geç anne olurdum, daha erken evlenirdim, üniversiteyi bitirirdim okulumu bırakmazdım deriz, daha çok seyahat ederdim para biriktirmek için bu kadar çok çalışmaz daha çok eğlenirdim diyebiliriz örneğin, anne ve babamla daha çok zaman geçirirdim, belki bu mesleği yapmıyor olurdum çok istediğim tiyatro oyunculuğu için eğitim alırdım, beni durduranları dinlemezdim diyebiliriz…

Yeniden dünyaya gelsek yaşamak isteyebileceğimiz öyle çok “hayat” vardır ki, dışarıdan baktığımızda belki şu an yaşıyor olduğumuz hayatımızdan daha değerli, daha özenilecek daha eğlenceli ve daha “yaşanılası” gözükür bizlere. Fakat işte her hayatın bizim göremediğimiz yüzü de bulunmaktadır adeta buz dağının deniz altında kala kısmı gibi…

Gelin şimdi kayalıktaki adamın hikayesini yazalım, belki bugün hayatını koştuğum kayalıktaki o adam, hafta başında öğrenmiştir ömrünün son demlerini yaşamakta olduğunu. Ortalama bir kişi olarak hayatına devam etmektedir, kimseyi üzmemiştir, çok fazla imkanı olmamıştır halen görmek istediği yerler vardır, öyle kendi halinde bir adamdır işte. Ama doktor söylemiştir bir kere o gözler kapanacaktır, belki yıllar sonra ilk defa sahildedir o öğleden sonra güneşinde, deniz kokusu içine çekilir, çay içilir, içi kan ağlasa da kısacık gülümseniverir, hayattır sonuçta değil mi ağlatmasını da bilir güldürmesini de… Dönecektir gün batımında o sevgili eşinin muhteşem sofrasına, bugün sevdiği yemekler yapılacaktır belki…

Sahile gelmiştir gizli gizli dertlerini anlatmaya, o da göz göze geldiği kadına bakarak içinden geçirir imkanın var iken koş kadın daha çok koş, içinden geldiğince yol hiç bitmeyecekmiş gibi, hayat hep seninle olacakmış gibi, son nefesin de olsa koş, bırakma, güneşi gör, hayatı gör, kuşları gör, denizi gör… Bir de durduğunda beni yaz hikayemi neden burada olduğumu neden gözlerinin içine baktığımı neden gülümsediğimi… Beni yaz kadın…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam