Aşk “sınırsızlığı” sever

Benim için normal hayatta yaşadığımız “sınırlılık” düşüncesinden esinlenmek, bir de bunu aşk halimize koymak oldukça zor, fakat gerçekten hepimizin bu konuda biraz daha derinlemesine değerlendirme yapmamız gerektiğini hissediyorum.

“Nereden bu hisse kapıldın” sorusunu duyar gibiyim, bunun için cevabım yaptığım gözlemler diyebilirim, kendi ilişkilerim diyebilirim veya sadece bugün ilişki (ben genelde ilişki sözünü kullanmayı sevmiyorum aşk daha hoş bir ifade oluyor) “günümüzde yaşanan aşk (!)” olmaları gelin hep birlikte sınırları ile inceleyelim. Bakalım bizler o muhteşem aşkımızı nasıl ve neler ile sınırlamaktayız? Bir aşk, sınırları ile birlikte mi gelmektedir hayatımıza, aşkın yarattığı sınırları aşmak mümkün müdür, aşkta sınır var mıdır, var ise bu sınırları kimler yapar kimler yıkar?

Aşk sınırsızlığı sever mi?

Öncelikle “sınır” kelimesinin anlamına bakmamız gerekir, sınırın olması veya olmaması durumunu tartışabilmemiz için. Sınır, kelime anlamı ile; komşu olanları “ayıran” çizgi, iki farklı kavramı “belirleyen” olarak tanımlanmıştır. Bir ayrım, bir çizgi, bir “sınır” çizmek demektir. Şimdi aşktan bağımsız olarak örneklerle başlayabiliriz, hayatımızda öncelikle kendi kendimize çizdiğimiz o “sınırlılık” hallerimiz nelerdir; hangi noktadan daha ileri gidemeyeceğimizi düşünürüz?

Örneğin bir dağdan paraşütsüz atlamak mı sınırdır bizler için, veya ne bizi çok utandırır açık açık duygularımızı ifade etmemiz mi, veya tek başıma Çin’e gidemem demekte miyiz, o macera benim için çok fazla kaybolurum, korkarım, benim sınırım budur diye mi geçiriyoruz içimizden? İşte bunun gibi belki farkında olmadığımız o kadar çok “sınırlılık” halimiz vardır ki; tüm bu sınırlar (evet dış etkenlerin de etkisi mutlaka yadsınamaz) yine “ben” kavramından kaynalanmaktadır.

İlişkilerimizi nasıl sınırlıyoruz?

Şimdi bunca “kendi kendine” sınırlılık hali üzerine muhteşem kompleksliği ile hayatımıza giriveren aşkı ekliyoruz. Hep birlikte bakacağız, hayatımıza aşk geldiğinde kendi sınırlılıklarımız ve diğer kişinin o can-ım aşkımızın sınırlıklıklarına neler yapıyoruz ve birlikte nasıl bir sınırlılık kavramı yaratıyoruz?

İlk olarak sınırlılığı tetikleyen en büyük etken yine kendimizce koyduğumuz “sahip olmak” yani sınır kavramının tanımından gelen “sınırlarını belirlemek” olduğunu görmekteyiz. Etrafımızda şöyle çiftler ile oldukça sık karşılaşırız; “o bensiz bir yere gidemez”, açıkça “neden” diye sorabilir misiniz (benim içimden geçer fakat nezaket kuralları içerisinde çok yakın arkadaşlarım değil ise tercih etmem)? Gelin birlikte soralım neden bir insanın “aşk” içerisinde olması, o aşk olmadan bir yere gidemiyor olması “sınırlılığını” getirmektedir?

Bu insanın bir yere gitme tercihi “aşk” halinde olması ile sınırlandırılabilir mi? Veya şöyle örnekler de görebilmekteyiz; “o gelemediği için ben de yıllardır düşlediğim X seyahatini yapmayacağım veya Y aktivitesinden vazgeçeceğim”. Bu ifadeleri söyleyen bir kişinin içindeki “aşk” kavramı, hayatına ne vermektedir? Ben sizler için hemen cevap vereyim, “aşk” der adamın kalbi; hayatıma koyulan “sınırlılık” bilincidir, artık yapamayacağım aktiviteler, vazgeçmek zorunda olduğum zevkler ve tabi ki “sahip olunma” hali, evet işte döner dolaşır konumuz yine aşk ile “sahipli” haline varıverir…

Örneklerimiz konumuz aşk olunca tabi ki bu kadar ile bitmemektedir. Aşk hali öyle kolay bir hal değildir, bir kere kendi sınırlarımız ile savaşmaktayızdır. Aşk olduğunda kendi sınırlarımızı geçeriz çünkü artık savaşılacak o diğerinin sınırlılığı vardır, onu çizmek, onun sınırlarını belirlemek vardır, onu “sınırlar” ardına hapsetmek de vardır. Aşk olmuştur bir kere, “bize” aittir, söz hakkı yoktur, bazı şeylerden feragat etmesi gerekir, örneğin kendi zevklerinden, onu hayata bağlayan şeylerden veya onu yaşıyor hissettiren anda olmasını sağlayabilen tüm akışlardan değil mi?

Bir de tam tersinden düşünelim, ya bizler “aşk” olduğumuzda kendi kendimize sınırlarımızı arttırıyorsak?

Samimiyetle kendimden örnek vermem gerekirse, deliler gibi aşık olduğum adamın hayatımdaki varlığı hem çok güzeldi hem de yıllar içerisinde çok sevdiğim aktivitelerden vazgeçmemi, belki çok sevdiğim arkadaşlarım için daha az vakit ayırabilmemi, belki arkadaşlarım ve aşk arasında tercihler yapmamı da gerektirmişti… İşte son geldiğim noktada ise ben kendim için o kadar çok sınır koymuştum ki, o sınırları neden koyduğumu, bu sınırlarla neden ve nasıl yaşayabiliyor olduğumu, bu sınırların “neden” hayatımda olduğunu “sorgulayabilmeyi” bile unutmuştum… Ve işte ben her ne kadar “yaşayabiliyorum” gibi hissetsem de en sonunda benim o delilik olan aşkım bu sınırlar içerisinde yaşayamamıştı…

Tüm bu sınırlılıklara aşk halimizde iki kişinin bir olmasının yarattığı sınırlılık halimiz de ekleniverir. Bu çift olmak sanatından kaynaklanan sınırlılıktır.

Şunu duyarız sık sık; “ben artık tek başıma X yapmıyorum, Y yemiyorum”. Bu, hayatını iki kişi olarak yani bir aşk içerisinde idame ettirmenin getirdiği “anlaşılmadan” günlük hayatımız da dahil olmak üzere hayata bakış açımızı da etkileyen çok önemli bir değişkendir. Sonunda ne olur hepimiz çok iyi biliyoruz. O muhteşem aşkımızın tüm çekiciliği kaybolur, bizler “o kişi hakkında her şeyi bildiğimize” inanmaya başlarız, çünkü o kişi bizden bağımsız bir tecrübe yaşamamaktadır, aşk ile çizilmiş sınırları kendi kendini beslemesini, kendi kendine tiyatroya gitmesini, bir arkadaşı ile buluşmasını, kendi kendine tatile çıkmasını, ve tek başına yürüyüş bile yapmasını engellemektedir değil mi, çünkü bu aktivitelerin tümü aşk ile yapılınca güzel olmaktadır. Fakat aynı akış altı ay sonra, bir yıl sonra, üç yıl sonra o kaçınılmaz sonu da yanında getirir; iki kişinin bitmeyen sınırları ile çizilmiş aynılık hali, bir olmak, birbirinden farklı olamamak, en önemlisi de kendini unutup gidivermek…

Bu yüzden aşkta sınırsızlık önemlidir; o aşk ki sizinle buluşması muhteşem bir çarpışmaya benzemelidir. Atomların birbiriyle çarpıştığında ortaya çıkan muazzam büyüklükteki enerjisi gibidir adeta, bu enerjide bir sınır yoktur, daha çok “sınırların” belirsizleşmesi vardır. Aşk işte nasıl bu enerji o ortamdaki en küçük parçacığı bile dönüştürmeye yetiyorsa sizi de dönüştürmelidir, sınırsızlaştırmalıdır.

Hayata “ben X’i yapamam, Y’den vazgeçiyorum” cümleleri ile bakmak yerine, “muhteşem bir cesaret” enerjisi adeta damarlarınızdan zerk edilmiş gibi hissettirmelidir. Ben “daha önce başarabileceğimi bile düşünemediğin X’i yaparım, bu aşk ile hayatımda hep korktuğum Y’yi yapmak cesaretini buldum” cümlelerine döndürmelidir. Aşk dalga dalga muhteşem güzellikte bir enerji olarak işte böyle en kuytuda kalmış hücrenize kadar “ben buradayım” ve “senin için buradayım” diye hissettirmelidir.

Bugün bu yazımda bana eşlik eden sizler hayatınızdaki “aşk” algınıza ya da hayatınızdaki “aşk” varlığınıza bir kez daha sınırsızlıklar gözünden bakın. Bu aşk sizi ve sınırlarınızı yerle bir etmek üzere mi hayatınızda tezahür etmektedir. Aşk dediğinizde o muhteşem kimya enerji cesaret hissi damarlarınızdan adeta fışkırmakta mıdır, yoksa aklınıza gelen ilk şey; “ben o olmadan X yapamam, Y olamam” algısı mıdır?

İşte bu yüzden aşk “sınırsızlığı” sever. Sınırlarınızı geçer gidersiniz, sizi dönüştürür, her gördüğünüz anda o atomların çarpışmasını yaşatır, damarlarınızdan sonsuz bir enerjinin içinize doğru yayıldığını bilirsiniz ve böylece “aşk” gerçekten aşk ise dünya üzerinde hiçbir sınırınızın kalmadığını sonuna kadar hissedersiniz…

En güzel aşkların sizleri bulması dileklerimle…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam