Acıyı kabullenmemek: Yarına cesaretin var mı?

“Zor diyorsun. Zor olacak ki imtihan olsun.” -Mevlana Celaleddin Rumi

Tabii ki burada yazılı olduğundan çok daha derin düşünmeyi gerektiren bir konu. Acıyı kabullenmek dediğimizde “zaten başka ne yapabiliriz ki” diye düşünebiliriz de. Bu yazımda sizlerle bakmak istediğim şey; biz gerçekten acımızı kabullenebiliyor muyuz? Evet hayatımızda zor anlar olabiliyor, ve biz üzerini “kapatıp” geçiveriyoruz. Sonra ne oluyor düşünüyor muyuz? Örneğin biten bir ilişki ertesinde yeni bir ilişkiye başlıyoruz ve aynı sorunlar aynı konular tekrar gündeme geliyor veya bizler “aynı şekilde terk edileceğim” korkusu ile yani terk edilmek durumumun acısını örtüvermiş olduğumuz için bunu çoktan muhteşem “korku halimize” dönüştürmüş oluyoruz bile.

Peki acı gerçekten bu kadar “hissetmekten” kaçınılması gereken bir şey midir? Yani bizler her seferinde güneşli günlerde havanın muhteşemliğini seviyoruz, fakat yağmurlu günlerde o yağmurun olağanüstü güzelliği, yumuşaklığı ve temizliğini koklamaktan, belki yağmurun altında ıpıslak olmaktan kaçınıyoruz değil mi? Bu durumda bir bütünü de kaçırmaktayız. Bir acı yaşadığımız zaman, örneğin bir terk edilme, bir kayıp veya çok istediğimiz bir şeyin gerçekleşmemesi gibi, bu durumu sakinlikle kabul etmemiz, buna yol açan süreçleri incelememiz ve buradan ne öğrenebileceğimizi görmemiz gerekiyor. Bu basamakları gerçekleştirmediğimizde ve “egomuzun” o bitmeyen yangınları içinde “beni nasıl terk eder” veya “benim istediğim şey nasıl olmaz” veya “hayat bana her zaman böyle adaletsiz davranıyor” noktasında durduğumuzda aslında geçmişte yaşamaya devam ediyoruz… Değiştiremeyeceğimiz o güzelim geçmiş için bugünü kaybediyoruz ve işte bizler o içten bildiğimiz muhteşem yöntemimizle acımızı hissetmek ve kabul etmek yerine egomuz ile kapatıveriyoruz…

Hemen bir örnekle açıklamak istiyorum bunu. Evliliğimin bittiği dönemde o kadar yoğun bir acı içerisindeydim ki ne olduğunu, durumun aslında neden benim iyiliğime olduğunu göremeyecek kadar çok acı çekmekteydim. Bu acıyı kabullenebilmem “evet ben beni başka bir kadınla aldatmış bir aşk için üzülüyorum” diyebilmem epey zaman almıştı ki takdir edersiniz egomun o olağanüstü sınırları “buna mı üzüleceksin, üzüldüğün şey sana ne yaptı, o başka bir kadınla çok mutlu, sende bulamadığı her şey onda var” gibi bitmek bilmeyen cümlelerle kafamın içinde yankılanmaktaydı…

Ben acımı kabullenmedikçe acım daha da büyüdü. Bizler böyle zamanlarda adeta çocuklar gibiyiz. Biz nasıl acı çekiyorsak o diğer kişi de öyle acı çeksin isteriz ki benim verdiğim örnekte diğer kişi çoktan başka bir ilişkide bulunuyordu bile… Bu bizi daha da büyük bir ego girdabına sokar; biz acı çekeriz ama o diğeri hiç acı çekmemiştir. Ancak o da mutsuz olursa mutlu olacağımızı düşünebiliriz ki her ne durumda olursa oldun bir diğer insanın mutsuzluğu bizim “mutluluğumuz” olamaz…

Sonra ne oldu, evet itiraf ediyorum o yüzleşemediğim acımla günlerce yanlız kalarak, günlerce kitap okuyarak, günlerce aldatılmış olduğum gerçeğini kendi kendime tekrarlayarak yüzleştim. Hayatımda genel olarak hiç olmadığı kadar konuşmadığım, sessiz kaldığım ve en önemlisi cesaretle kendimle kaldığım zamanlardı…

Sonra anladım ki bu durumdan çıkışımın tek yolu yine benden geçmekte; kaybımı kabullendim ve artık hayatım bu noktadan sonra adeta “sıfır” değerine erişti. Asıl soru “benim ne istediğim” olmuştu. İşte bu nokta acıyı kabullenmekle gelen hayatımızdaki en önemli bakış açılarından bir tanesi. Bunu keşfettiğimde (ki bu ancak ne olursa olsun kabullenmekten geçer) ben “yarını” sormaya başlamıştım; yani geçmişin “beni aldattı, nerede yanlış yaptım, böyle olmasaydı nasıl olurdu” veya “bu bir ceza mı” gibi değiştiremeyeceğim o can-ım geçmişin hayaletlerinden sıyrılıp ilk defa “ben ne istiyorum” diyebilmiştim…

Bu yüzden acıyı kabullenmek aslında çok büyük cesaret isteyen bir durumdur. Hayat akışımızda hepimiz farklı farklı yollar yürümekteyiz, bazen ister istemez düşünebiliriz “neden ben bunları yaşıyorum” diye… Fakat kimse için tam olarak doğru veya tam olarak yanlış diye nitelendirebileceğimiz bir olay akışı bulunmuyor. Kendimizi yargılamak haksızlığa uğradığımızı düşünmek bizi yine egomuzun kucağında “kurban” psikolojisi ile geçmişte yaşamaya itmekten başka bir sonuca götürmeyecektir…

Bakın sevgili Krishnananda & Amana güzel eserleri İlişkilerin ABC’si ile bunu nasıl yorumluyor:

“…Bir yaranın kaynağına inmek çoğu kez zordur…Elbette ki panik ve terk edilmenin yoğunluğu her birimiz için farklı, ancak temelde aynı yolun yolcusuyuz. Bazılarımız üzerini kapatıp  göz ardı etmek ve yarayı telafi etmek için çeşitli yöntemler geliştirmiş olabilir, ancak hepimiz onu taşıyoruz. Kaçmak yerine hissetmek müthiş cesaret ister.

…Yara yeniden açıldığı zaman onunla yüzleşmeye ne kadar yatkın olursak atlatmak da o kadar kolay olur. Hayattaki beklentilerimiz bu yara ile baş etmeyi içermiyorsa başımız dertte demektir. Bu boşluğu hissetmemek için ilişkiyi kullanıyorsak, asla yürümeyecektir, ilişkiyi kendimizden kaçmak için kullanıyoruz.

…Yara açıldığında şiddetli anksiyete baş gösterebilir. Bazen, karanlık ve yalnızlık dipsiz kuyuya benzer ve delireceğimizden, intihar edeceğimizden korkarız. Depresyona girebilir, kendimizi fazlasıyla eleştirebiliriz ve genel bir olumsuzluk ile güven kaybı her anımızı karartır.

…Daha derinlere inerek uzak ya da yakın geçmişte sevdiğiniz birinin sizi terk ettiği veya öldüğü bir durumu anımsayın. O duyguların yüzeye çıkmasına izin verin. Kayıp acısını hissedin, o insanı bir daha asla yanı şekilde göremeyeceğinizi bilmenin kederini duyun. Bu hislerin orada olmasına izin verin. Onlara yer açın, acıya ve kayba izin verin.”

Hayatımızda karşımıza çok farklı acılar çıkabilir, fakat bizler kabullenmeyi erteledikçe, bunları ego ile örttükçe görmezden geldikçe aslında bu acıları büyütmekteyizdir. Her anımız muhteşem bir öğrenim sürecini gerçekleştirmek için bizlere yeni fırsatlar sunar. Acımızı kabul etmek muhteşem bir cesaret ister, arınmış olarak acımızı duyumsamak, kederi yaşamak ve sonrasında bunu çıkarımlara dönüştürebilmek ve yine tüm “cesaretimizle” yolumuza devam edebilmek…

Bu yüzden bugün bu yazımı okuyorsanız, siz hangi noktadasınız bakmanızı diliyorum; acılarınız ile yüzleşmeye hazır mısınız? Acınızı hissedebiliyor musunuz? Kayıplarınızı kabul ediyor musunuz? Hayatınızın içinden bir parça olan bu anları duyumsayabiliyor musunuz? Egonuzu silerek iyileşmek ve sadece geleceğe şu an kavramına odaklanmak üzere “nasıl olurdu” sorusunu geçip gidebiliyor musunuz?

Siz acınızı olduğu gibi kabullendiğinizde, tüm güzel akışa izin vermiş olacaksınız… Yolunuz açık olsun…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam